Hay huydan fariğ ol alemde insanlık budur
Pendini gûş eylegil mûrun Süleymanlık budur
"Zevk ü safa içinde olanlardan uzaklaş, alemde insanlık budur. Karıncanın öğüdünü dinle, Süleymanlık budur."
Hz. Süleyman, bir seferi esnasında ordusuyla karınca vadisinden geçerken, dişi bir karınca, diğer karıncalara şöyle seslenmişti: "Ey karıncalar, yuvalarınıza girin, yoksa Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi çiğneyebilir." Allah'ın bir lütfü olarak hayvanların dilinden anlayan Hz. Süleyman, karıncanın bu sözü üzerine gülümsemiş ve onun kendisi ve ordusu hakkında kötü düşünmemesinden hoşlanmıştı. "Karıncanın sözünü dinle, Süleymanlık budur" tavsiyesinde "mûr" (karınca) gerçek manada düşünülecek olursa, mısradan şu çıkarılabilir: "Süleyman Peygamber gibi idaren altında bulunan bütün varlıkların öğütlerini dinle, hiç birini hakir görme, onların haklarını gözet. İdare ettiğin insanların haklarını gasp ve ihlal etmek şöyle dursun, bir karıncanın çiğnenmesine, zararsız hayvanların eziyete uğramasına dahi izin verme."
Söze, hayran olduğumuz Kanuni’den (Muhibbî) bir beyitle başlamak istedim. Birkaç hafta önce, 525’inci doğum yıldönümüydü. (27 Nisan 1495 – Trabzon)
Onun karınca ile ilgili başkaca bir hikâyesi daha vardır, Şeyhülislam Ebussuud Efendi ile aralarında geçen hikâye şu: Sarayın bahçesindeki armut ağaçlarını kemiren karıncaları öldürme isteğini Şeyhülislam’a sorar.
Drahta ger ziyan etse karınca
Zarar var mıdır anı kırınca
(Ağaca zarar veren karıncaları öldürmek caiz midir?)
Ebussuud’un cevabı muhteşemdir ve Sultan’ı ürkütür, vazgeçtirir.
Yarın Hakkın divanına varınca
Süleyman’dan hakkın alır karınca
(Eğer karıncaları öldürürsen, yarın yevm-i kıyamette karınca senden hakkını alacak)
Gelelim bugüne…
Korona virüsü salgını yüzünden insanlar evlerine hapsoldu. Kimisi hiç dışarı çıkamadığı için psikolojisi bozuldu. Koronadan kurtulayım derken başka hastalıkları duçar oldular. Çoğu esnaf, haftalarca iş yerlerini açamadı. Kira ödemede, çalışanlara ödeme yapmada zorlandılar. Şimdi işleri açılmaya başladı. Bu kez de pek çoğu hile yolunu seçti. Zaten öyle yapıyorlardı, hileli mal satma, fahiş fiyat uygulama, hepsine geri döndüler. Anlayacağınız kimse akıllanmadı.
Uzun zamandır konut satışlarında bir gerileme vardı. Son aylarda tamamen durdu. Onları artırmak için bazı bankalar kesenin ağzını açtı. Türkiye’de hiçbir zaman para sıkıntısı çekmeyenler bankalardır. Reklam yaparken bile yıllık kazanç açıklıyorlar. (Hatırlayın, “Geçen yıl bir katrilyon kâr ettik” cümlelerini) Bankaların elinde bol miktarda para olunca, inşaat sektörünün de açmak için, faiz indirimine gittiler. Sıfır dairelerde 0.64, ikinci ellerde 0.74 faiz oranları cazip gelince, insanlar konut almaya başladı. Konuştuğum emlâkçılardan edindiğim bilgilere göre, çoğu, içinde oturmayacağı halde yatırım için daire, mülk satın alıyor. Bunu anlayan müteahhitler bu kez fiyatları yükseltemeye başladı. Böyle olunca da düşük faizin hiçbir cazibesi kalmadı. Çok yakında, alıcılar hilenizi anlayınca o mülkleriniz elinizde kalsın da görürsünüz. Anlayacağınız, Müslümanlar Müslümanların elinden emin değil. Oysa Yüce Peygamberimiz, "Müslüman, Müslüman’ın elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir." ve yine “Hayrü’nnas, men yenfe’unnas” (Sizin en hayırlınız, insanlara faydası dokunandır) buyuruyor.
Kimse kimseyi sevmiyor, herkes bir başkasını kandırmaya çalışıyor. Kimisi tartıda, ölçüde eksiklik yapıyor, kimisi de malını yüzleyip alıcıları kandırıyor, haksız kazanç elde ediyor.
Çok şey yazacaktım ama elim varmıyor. Daha doğrusu insanlığımızdan utanıyorum. O yüzden, birkaç ay önce başımdan geçen bir metafizik hadise ile sözlerimi bitirmek istiyorum.
Bir arkadaşımızın vefat eden annesinin cenazesine gitmek üzere başka bir arkadaşımızla sözleştik. Arabamla onu da alarak Maçka’ya gidecektik. Arabama bindim, tam kontağı çevirecekken İstanbul’dan çok değer verdiğim bir ablam beni aradı. Doğal olarak konuşmayı bitirmeden yola çıkmadım. Neyse uzun sürmeyen bir konuşma oldu ve kontağı çevirip yola koyuldum. Mahallemizden henüz çıkmamıştım. Bastonla bile zorlukla yürüyebilen bir yaşlı kadın, bastonlu elini kaldırıp kendisini almamı işaret etti. Arkadaşımı beklettiğimi düşündüm ama o teyzeyi de almadan olmazdı. Artık ona tabi olacaktım. Güçlükle bindi arabaya. Nereye gideceğini sordum. Valilik dedi. Tamam yolumuz üzerindedir, olmasa bile onu götürürdüm. “Bir cenazeye gitmemiz gerekiyor, bir arkadaşımı alacağım, onu da alıp sonra seni bırakırız” dedim. Bir yandan da sohbet ediyoruz. Valilikte ne işi olduğunu sorunca, çok muhtaç olduğunu ve yardım almak için gittiğini söyledi. Arkadaşımı da alıp önce Valiliğe teyzeyi bıraktık, sonra da gideceğimiz yere hareket ettik.
Allah’ın tertibini görüyor musunuz? Eğer o telefon konuşması olmasaydı, muhtemelen o teyze yola çıkmamış olacaktı. Allah önce telefonu çaldırıp beni bir süre daha bekletti, sonra kadın yola çıktı ve beni ona gönderdi. Onun işi görüldü, biz gideceğimiz yere yine yetiştik. Hiçbir şeyimiz eksilmedi.
Hayatta önünüze çıkan yardım fırsatlarını kaçırmayın.
Muhabbetle efendim!