Tahir ORHAN
Köşe Yazarı
Tahir ORHAN
 

KIBRIS VE ON YILLARA DAYANAN KIBRIS DAVAMIZ

Geçen haftaki yazımızda söz vermiştik. Seçimlerin kazananı, kaybedeni belli olsun, ondan sonra Kıbrıs’ı yazacağız demiştik. Kıbrıs, Akdeniz’in orta yerinde sanki Türkiye’den kopmuş gibi duran ve bize sadece 65 kilometre uzaklıkta bir kara parçasıdır. 9.351 km² yüzölçümü ve yaklaşık 1 milyon 200 bin nüfusuyla, Akdeniz’in Sicilya ve Sardinya’dan sonra üçüncü büyük adasıdır. Yüzde 36, yani 3.355 km²’lik bölümünde Türkler, geri kalanında ise Rumlar yaşamaktadır. Fakat nüfus aynı oranda değildir. Türklerin yüzde 29, Rumların ise yüzde 71’lik bir nüfusu vardır. Türklerin nüfusu 374 bin civarındadır. 110 bine yakın öğrencinin barındığı Kuzey Kıbrıs, tam bir üniversite cennetidir. Lefkoşa ve diğer ilçelerde toplam 29 üniversite var. Kıbrıs’la ilgili hatırlayamadığımız bazı bilgileri de vermenin doğru olacağını düşünmekteyim. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, 6 ilçeden oluşmaktadır. Dikkat buyurun, il değil bunlar ilçedir. Girne, Gazi Mağusa, Güzelyurt, Lefke, İskele ve Lefkoşa… Lefkoşa, sadece Türk toprağı değildir mesela. Bir kısmında Rumlar yaşamaktadır ve bendeniz, basın kimliğimi gizleyerek Rum tarafına geçip, o şehri de görmüştüm. İlçe, hem Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin hem de Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin başkentidir ve dünyada tek bölünmüş başkenttir. Tarihine, coğrafyasına, ekonomisine çok dalmak istemiyorum ama endemik bitki türleri ve canlılarını da anlatmadan olmaz. O parmağın ucu gibi bilinen Karpaz bölgesinde 250’den fazla yaban eşeğinin yaşadığını da bilmek istersiniz diye düşünüyorum. Bununla ilgili bir küçük fıkra anlatmama da müsaade ediniz lütfen. Zamanın İzmir Valisi Kâmil Pasa, Kıbrıs'a geziye gidiyordu. Onu yolcu etmeye gelen Şair Eşref'e -"Bir isteğin varsa getireyim" deyince. Eşref buna çok sevinir. -"Paşam eşeğim ihtiyarladı. Bana bir Kıbrıs eşeği getirirseniz, size ömür boyu duacı olurum” der. Kâmil Paşa'yı dönüşünde, Eşref de karşılamaya gitmiştir. Paşa, Eşref'i görünce: -“Aaa, Eşref, affedersin istediğini getirmeyi unutmuşum, seni görünce eşek aklıma geldi " demiş. Eşref de, -"Aman Paşam, üzülmeyin. Siz geldiniz, ya, o eşek gelmese de olur, sağ olun." Kıbrıs denince Dr. Fazıl Küçük’ü hatırlamadan olmaz. Hele Rauf Denktaş’ı… Oğlu Raif, daha 27-28 yaşlarında trafik kazasında ölmüştü. Merhum Denktaş, Kıbrıs davası yüzünden şöyle diyecekti: Oğlumun yasını bile tutamadım. Bunlar, öylesine Kıbrıs davasına gönül vermiş kimselerdi. Bugünkü Cumhuriyetin temelleri, Dr. Fazıl Küçük tarafından atıldı. Kıbrıs Türkleri, bunu hiç unutmuyor. Kıbrıs’ın Atatürk’ü Denktaş, 1983’te bağımsızlığını ilan etti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti adıyla bir devlet kurdu. Bu devlet, şu ana kadar sadece Türkiye Cumhuriyeti tarafından tanındı. Şimdi Azerbaycan ve Türk cumhuriyetleri ile Pakistan, Libya gibi ülkelerce de tanınması çok isabetli olacaktır. Hele şimdi, Türkiye’ye aşina, Türkleri seven bir Cumhurbaşkanı seçildikten sonra… Ersin Tatar’a bu açıdan güveniyoruz. Seçimlerden birkaç hafta önce, bir gazeteci, “Merhum Rauf Denktaş sağ olsaydı, oğlu Serdar Denktaş’a değil, Ersin Tatar’a destek verirdi” sözünü de doğrularcasına, Ulusal Birlik Partisinin adayı Tatar’ın seçilmesi, Mustafa Akıncı’dan sıdkı sıyrılan Türkiye’nin de elini rahatlattı. Mustafa Akıncı, Türklerce, Kuzey Kıbrıs’a “Yavru Vatan” denilmesinden bile rahatsızlık duyan bir siyasetçiydi. “Bu yavru bir türlü büyümeyecek mi” diyordu. O yavruyu büyütmeyenin kendileri olduğunu düşünmemişlerdi. Çalışanların maaşlarına varana kadar Türkiye’den gönderildiğini unutuyorlar ya da bilerek gizliyorlar. Öyle bir millet ki, hepsini kast etmiyorum tabii, uçsuz bucaksız narenciye bahçelerinde portakallar, limonlar, mandalinalar, turunçlar yerlere dökülürken onlar Türkiye’den gidecek narenciye beklerler. Kıbrıs meselesi, bu günün meselesi değil. Yılların, hatta yüzyılların meselesidir. 1571’de fethedilerek Türk topraklarına katılan ada, 307 yıl Osmanlı hâkimiyetinde kaldıktan sonra 1879’da elden çıktı, İngiltere’ye kiralandı. Sonrasında yine kargaşa yaşandı. Nihayet 1955’e gelindi. Rumlar enosis, yani Yunanistan’a bağlanmak, Türkler ise taksim istiyordu. Tartışmalar, görüşmeler sürdü gitti. 1960’ta ise yeni bir çözüm bulundu ve Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. Başpiskopos Makarios Cumhurbaşkanı, Dr. Fazıl Küçük de Cumhurbaşkanı Yardımcısı seçildi. Türkiye, İngiltere ve Yunanistan Kıbrıs’ın garantör devletleri oldu. İngiltere ve Yunanistan, Rumlar da tabii, Türkiye’yi istemiyordu ama Türkiye de Kıbrıs’tan hiç vazgeçmek niyetinde değildi. 1964’te Rumlar yeniden kaşınmaya başladı. Makiros’un enosis hayali depreşti. Karışıklıklar sürdü gitti. Rumlar, Türklere toplu katliamlar uyguladı. Ve böylece 1974’e gelindi. Artık Ayşe tatile çıkacaktı. Ecevit ve Erbakan’ın koalisyon hükümeti, harekât kararı aldı. Bülent Ecevit, parti merkezinde kararla ilgili son gözden geçirmeleri yaparken, en önemli kişiye sormayı unuttuğunu fark etti. Derhal Alparslan Bey aranacaktı. Türkeş’in telefonu bağlandı. Ecevit konuşma sırasında zaman zaman “anlaşıldı beyefendi”, “tamam beyefendi” diyordu. Buna partililer pek anlam verememişti. Konuşma bitince işin aslı anlaşıldı. Ecevit’in rengi bembeyazdı. Neler konuşulduğu sorulunca şöyle diyecekti: Türkeş, hazır Kıbrıs’a gireceksiniz, tamamın alın. Eğer toprak bırakırsanız ondan sonra dünya bizi rahat bırakmaz. Bu adam deli… Şimdi tam da o noktadayız. 1974’teki Barış Harekâtlarından bu yana Kıbrıs’ta Türkleri hiç rahat bırakmadılar. Nihayetinde Türk Cumhuriyetindeki iş başına gelen insanlara kadar büyüdü iş. Rumların değirmenine su taşıyan yöneticiler gördü Kuzey Kıbrıs. Bugün, Maraş’ın açılması tartışılıyor. O Maraş ki, 1974’teki harekât sırasında alınmıştı. Dünya cenneti bir yer. 46 yıl kapalı kaldı. Hayalet bir şehir görünümündeydi. Turizm cenneti olan Maraş, o günden buyana açık olsaydı, Kuzey Kıbrıs’ın ekonomisine büyük katkı sağlardı. Alparslan Türkeş, tamamının alınmasını isterken, “Kıbrıs’ta çok yer aldık” diyen bir Kenan Evren’imiz vardı. O da Amerika’nın değirmenine su taşıyordu. Çünkü Kıbrıs’ta Barış Harekâtının durdurulmasını ABD istedi ve zamanın Genelkurmay Başkanını buna ikna ettiler. Harekât son buldu ama kargaşa hiçbir zaman son bulmadı. Şimdi Türk tarafının istediği şudur: Kıbrıs’ta iki devlet vardır ve bu böyle tanınmalıdır. Sınırlar bellidir. Türklerin kimsenin toprağında gözü yoktur. İki toplum, barış içinde yaşamalıdır. Buna Rumlar ve dolayısıyla Yunanistan yanaşmıyor. İngiltere de sütre gerisinden onları oynatıyor. Çünkü gözü hâlâ bu şirin adada… Kuzey Kıbrıs’ın çiçeği burnunda Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, ilk ziyaretini Türkiye’ye yaptı. Bu, dünyaya güçlü bir mesajdır. Bunun arkasında, başta son yıllarda iyice şirazeden çıkan ada Türkleri ile Türkiye durmalıdır. Tarih boyunca binlerce şehit verdiğimiz Kıbrıs vazgeçilmezdir. Muhabbetle efendim!
Ekleme Tarihi: 29 Ekim 2020 - Perşembe

KIBRIS VE ON YILLARA DAYANAN KIBRIS DAVAMIZ

Geçen haftaki yazımızda söz vermiştik. Seçimlerin kazananı, kaybedeni belli olsun, ondan sonra Kıbrıs’ı yazacağız demiştik.


Kıbrıs, Akdeniz’in orta yerinde sanki Türkiye’den kopmuş gibi duran ve bize sadece 65 kilometre uzaklıkta bir kara parçasıdır. 9.351 km² yüzölçümü ve yaklaşık 1 milyon 200 bin nüfusuyla, Akdeniz’in Sicilya ve Sardinya’dan sonra üçüncü büyük adasıdır.


Yüzde 36, yani 3.355 km²’lik bölümünde Türkler, geri kalanında ise Rumlar yaşamaktadır. Fakat nüfus aynı oranda değildir. Türklerin yüzde 29, Rumların ise yüzde 71’lik bir nüfusu vardır. Türklerin nüfusu 374 bin civarındadır. 110 bine yakın öğrencinin barındığı Kuzey Kıbrıs, tam bir üniversite cennetidir. Lefkoşa ve diğer ilçelerde toplam 29 üniversite var.


Kıbrıs’la ilgili hatırlayamadığımız bazı bilgileri de vermenin doğru olacağını düşünmekteyim. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, 6 ilçeden oluşmaktadır. Dikkat buyurun, il değil bunlar ilçedir. Girne, Gazi Mağusa, Güzelyurt, Lefke, İskele ve Lefkoşa… Lefkoşa, sadece Türk toprağı değildir mesela. Bir kısmında Rumlar yaşamaktadır ve bendeniz, basın kimliğimi gizleyerek Rum tarafına geçip, o şehri de görmüştüm. İlçe, hem Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin hem de Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin başkentidir ve dünyada tek bölünmüş başkenttir.


Tarihine, coğrafyasına, ekonomisine çok dalmak istemiyorum ama endemik bitki türleri ve canlılarını da anlatmadan olmaz. O parmağın ucu gibi bilinen Karpaz bölgesinde 250’den fazla yaban eşeğinin yaşadığını da bilmek istersiniz diye düşünüyorum. Bununla ilgili bir küçük fıkra anlatmama da müsaade ediniz lütfen.


Zamanın İzmir Valisi Kâmil Pasa, Kıbrıs'a geziye gidiyordu. Onu yolcu etmeye gelen Şair Eşref'e


-"Bir isteğin varsa getireyim" deyince. Eşref buna çok sevinir.


-"Paşam eşeğim ihtiyarladı. Bana bir Kıbrıs eşeği getirirseniz, size ömür boyu duacı olurum” der.


Kâmil Paşa'yı dönüşünde, Eşref de karşılamaya gitmiştir. Paşa, Eşref'i görünce:


-“Aaa, Eşref, affedersin istediğini getirmeyi unutmuşum, seni görünce eşek aklıma geldi " demiş. Eşref de,


-"Aman Paşam, üzülmeyin. Siz geldiniz, ya, o eşek gelmese de olur, sağ olun."


Kıbrıs denince Dr. Fazıl Küçük’ü hatırlamadan olmaz. Hele Rauf Denktaş’ı… Oğlu Raif, daha 27-28 yaşlarında trafik kazasında ölmüştü. Merhum Denktaş, Kıbrıs davası yüzünden şöyle diyecekti: Oğlumun yasını bile tutamadım.


Bunlar, öylesine Kıbrıs davasına gönül vermiş kimselerdi. Bugünkü Cumhuriyetin temelleri, Dr. Fazıl Küçük tarafından atıldı. Kıbrıs Türkleri, bunu hiç unutmuyor.


Kıbrıs’ın Atatürk’ü Denktaş, 1983’te bağımsızlığını ilan etti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti adıyla bir devlet kurdu. Bu devlet, şu ana kadar sadece Türkiye Cumhuriyeti tarafından tanındı.


Şimdi Azerbaycan ve Türk cumhuriyetleri ile Pakistan, Libya gibi ülkelerce de tanınması çok isabetli olacaktır. Hele şimdi, Türkiye’ye aşina, Türkleri seven bir Cumhurbaşkanı seçildikten sonra… Ersin Tatar’a bu açıdan güveniyoruz. Seçimlerden birkaç hafta önce, bir gazeteci, “Merhum Rauf Denktaş sağ olsaydı, oğlu Serdar Denktaş’a değil, Ersin Tatar’a destek verirdi” sözünü de doğrularcasına, Ulusal Birlik Partisinin adayı Tatar’ın seçilmesi, Mustafa Akıncı’dan sıdkı sıyrılan Türkiye’nin de elini rahatlattı. Mustafa Akıncı, Türklerce, Kuzey Kıbrıs’a “Yavru Vatan” denilmesinden bile rahatsızlık duyan bir siyasetçiydi. “Bu yavru bir türlü büyümeyecek mi” diyordu. O yavruyu büyütmeyenin kendileri olduğunu düşünmemişlerdi. Çalışanların maaşlarına varana kadar Türkiye’den gönderildiğini unutuyorlar ya da bilerek gizliyorlar. Öyle bir millet ki, hepsini kast etmiyorum tabii, uçsuz bucaksız narenciye bahçelerinde portakallar, limonlar, mandalinalar, turunçlar yerlere dökülürken onlar Türkiye’den gidecek narenciye beklerler.


Kıbrıs meselesi, bu günün meselesi değil. Yılların, hatta yüzyılların meselesidir. 1571’de fethedilerek Türk topraklarına katılan ada, 307 yıl Osmanlı hâkimiyetinde kaldıktan sonra 1879’da elden çıktı, İngiltere’ye kiralandı.


Sonrasında yine kargaşa yaşandı. Nihayet 1955’e gelindi. Rumlar enosis, yani Yunanistan’a bağlanmak, Türkler ise taksim istiyordu. Tartışmalar, görüşmeler sürdü gitti. 1960’ta ise yeni bir çözüm bulundu ve Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. Başpiskopos Makarios Cumhurbaşkanı, Dr. Fazıl Küçük de Cumhurbaşkanı Yardımcısı seçildi. Türkiye, İngiltere ve Yunanistan Kıbrıs’ın garantör devletleri oldu.


İngiltere ve Yunanistan, Rumlar da tabii, Türkiye’yi istemiyordu ama Türkiye de Kıbrıs’tan hiç vazgeçmek niyetinde değildi. 1964’te Rumlar yeniden kaşınmaya başladı. Makiros’un enosis hayali depreşti. Karışıklıklar sürdü gitti. Rumlar, Türklere toplu katliamlar uyguladı. Ve böylece 1974’e gelindi. Artık Ayşe tatile çıkacaktı.


Ecevit ve Erbakan’ın koalisyon hükümeti, harekât kararı aldı. Bülent Ecevit, parti merkezinde kararla ilgili son gözden geçirmeleri yaparken, en önemli kişiye sormayı unuttuğunu fark etti. Derhal Alparslan Bey aranacaktı. Türkeş’in telefonu bağlandı. Ecevit konuşma sırasında zaman zaman “anlaşıldı beyefendi”, “tamam beyefendi” diyordu. Buna partililer pek anlam verememişti. Konuşma bitince işin aslı anlaşıldı. Ecevit’in rengi bembeyazdı. Neler konuşulduğu sorulunca şöyle diyecekti: Türkeş, hazır Kıbrıs’a gireceksiniz, tamamın alın. Eğer toprak bırakırsanız ondan sonra dünya bizi rahat bırakmaz. Bu adam deli…


Şimdi tam da o noktadayız. 1974’teki Barış Harekâtlarından bu yana Kıbrıs’ta Türkleri hiç rahat bırakmadılar. Nihayetinde Türk Cumhuriyetindeki iş başına gelen insanlara kadar büyüdü iş. Rumların değirmenine su taşıyan yöneticiler gördü Kuzey Kıbrıs.


Bugün, Maraş’ın açılması tartışılıyor. O Maraş ki, 1974’teki harekât sırasında alınmıştı. Dünya cenneti bir yer. 46 yıl kapalı kaldı. Hayalet bir şehir görünümündeydi. Turizm cenneti olan Maraş, o günden buyana açık olsaydı, Kuzey Kıbrıs’ın ekonomisine büyük katkı sağlardı.


Alparslan Türkeş, tamamının alınmasını isterken, “Kıbrıs’ta çok yer aldık” diyen bir Kenan Evren’imiz vardı. O da Amerika’nın değirmenine su taşıyordu. Çünkü Kıbrıs’ta Barış Harekâtının durdurulmasını ABD istedi ve zamanın Genelkurmay Başkanını buna ikna ettiler. Harekât son buldu ama kargaşa hiçbir zaman son bulmadı.


Şimdi Türk tarafının istediği şudur: Kıbrıs’ta iki devlet vardır ve bu böyle tanınmalıdır. Sınırlar bellidir. Türklerin kimsenin toprağında gözü yoktur. İki toplum, barış içinde yaşamalıdır. Buna Rumlar ve dolayısıyla Yunanistan yanaşmıyor. İngiltere de sütre gerisinden onları oynatıyor. Çünkü gözü hâlâ bu şirin adada…


Kuzey Kıbrıs’ın çiçeği burnunda Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, ilk ziyaretini Türkiye’ye yaptı. Bu, dünyaya güçlü bir mesajdır. Bunun arkasında, başta son yıllarda iyice şirazeden çıkan ada Türkleri ile Türkiye durmalıdır.


Tarih boyunca binlerce şehit verdiğimiz Kıbrıs vazgeçilmezdir.


Muhabbetle efendim!

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve rizeninsesi.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
timbir - birlik haber ajansi