Merhaba…
Bu ilk yazımızda usulen kendimden bahsetmem gerekir ama durum o kadar vahim ki, bunu düşünecek durumda değiliz. Bendenizi tanıyanlar biliyor zaten, tanımayanlar da çoktan araştırmaya başlamışlardır bile… O yüzden direkt olarak konuya girmek en doğrusu galiba…
Kim ne derse desin, bütün dünya, gözle bile görünmeyen bir virüsün etkisi altında. Türkiye geç davrandı, erken davrandı gibi sözlerin artık hiçbir anlamı yok. Tek düşüncemiz; bu illetten ne zaman kurtulacağımız, ne zaman normal hayatımıza döneceğimiz…
Korona virüsünün Çin’in Vuhan kentinde bir hayvan pazarından (kedi, köpek, yarasa ve benzeri iğrenç şeylerin satıldığı pazarlar) yayıldığını artık biliyoruz. İtalya ve İran başta olmak üzere dünyaya nasıl yayıldığı, bizim ülkemize nasıl geldiği ve hayat kalitemizi nasıl bozduğunu da artık bilmeyenimiz kalmadı. Tedbir almakta gecikme oldu mu, muhanat davranıldı mı onu da zaman yargılayacak. Tek odaklanmamız gereken, bundan sonra ne olacağı…
Dünyayı kasıp kavurduğu, pek çok can aldığı ve daha da çok can alacağı bir gerçek iken, bundan çıkaracağımız çok da dersin olduğu muhakkak. Mesela marketlere, pazarlara, eczaneleri bilmem daha nerelere saldırmamız ve ne bulduysak evimize taşımamız, ne kadar doğru idi? Komşumuza da kalsın dedik mi hiç? Kolonya tamam, eldiveni de bir dereceye kadar anlayabiliriz ama maskeleri tüketmek de neyin nesi oluyor? Oysa onlar, başından beri büyük bir özveriyle çalışan sağlık personeline bizden çok fazla lazım değil miydi? Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) başından beri bunu söylüyor ama anlayan, dinleyen yok ne yazık ki… Maske, tek başına bir koruyucu değildir. Eğer biz hasta isek, karşı tarafı korumaktadır. Bunun yanında hastalara bakanların, bulaşma riskine karşı takmaları gerekiyor. Anlayacağınız, olur olmadık yerde maske satın alıp takarak, sağlık çalışanlarının maske bulmada zorlanmasına yol açmaktayız. DSÖ Sözcüsü Tarık Jaraseviç, maskelerin yanlış güvenlik hissi uyandıracağını ve diğer ihtiyati tedbirleri ikinci plana atabileceğimizi de belirtiyor. Yani, elleri yıkama, kalabalık yerlerde bulunma, asgari hijyen kurallarına uyma konusunda gevşek davranma gibi riskleri de vardır. Maske takmayalım mı? Takalım tabii. Kalabalık yerlerde, marketlerde, pazarlarda mutlaka takalım.
Dostlar hala bir rüyada olduğumu düşünerek devam etmek istiyorum. Ülkemizde, şehrimizde, Rize’mizde, Trabzon’umuzda ve dünyanın 100’den fazla ülkesinde insanlar ölmeye devam ediyor. Siz bu satırları okurken bile kim bilir kaç kişi, bu illet virüs yüzünden hayatını kaybetti. Anlayacağınız iş ciddi… Bu yüzden bütün tedbirleri en sıkı şekilde uygulamaya devam ama asla pes etmeden, soğukkanlılıkla… Nasıl mı? Zorunlu olmadıkça bir süre daha evde kalalım. Alışveriş için dışarı çıkınca, işimizi bitir bitirmez hemen evimize dönelim. Önce ellerimizi, yüzümüzü hatta satın aldığımız ürünleri bir güzel yıkayalım. Bir de Geleneksel Türk Tıbbı’nı uygulayan Ankara’da bir Tıp Doktoru dostumun şu reçetesinden, her gün hiç değilse bir kaçını yapmanın yararlı olacağını düşünmekteyiz. Her şey bitkisel ve hayvansal olduğu için faydası yoksa bile zararının olmayacağını da unutmadan…
Şalgam, Kefir, Hardaliye, Boza, Koyun/Keçi Yoğurdu, Turp, Soğan, Sarımsak, Kara Havuç, Bilye Kekik Çayı, Zeytin Yaprağı Çayı, Defne Yaprağı Çayı, Adaçayı ve tabi ki de Türk Çayı… Doktorumuz, yılkı (yaban atı) etini ve aslen ekşitilmiş kısrak sütü olan kımızı da öneriyor ama bunları bulmamız pek mümkün değil. Bulsak da bize pek uymaz…
Bir yerden bir yere, zorunlu olmadıkça gitmezsek, virüs bulaşan hastalardan oldukça uzak durursak, hasta olmayanlardan bile bir süre uzak durmaya, toplu yerlerde bulunmamaya, asgari hijyen kurallarına uymaya ve en önemlisi evde kalmaya devam edersek, beslenmemize, yukarıdaki reçeteyi uygulamaya dikkat edersek Allah’ın izniyle ve ömrümüz oldukça yaşayacağız.
Değinmeden geçmeyelim…
Hiç kimse, hiçbir yerden hiçbir yere hareket edemiyor ya, derneklerin, vakıfların, şirketlerin, kamu veya özel kuruluşların zorunlu toplantıları da elektronik ortamda yani tele konferans yoluyla yapılmaya başlandı. Bakanlar Kurulu bile böyle toplanıyor. Bu olabildiğine, her hangi bir sorun çıkmadığına göre, bu korona virüsünden kurtulduktan, hayat normale döndükten sonra da buna devem etsek doğru olmaz mı? Bizler evde oturarak zaten büyük tasarruf sağlıyoruz. Bunu, kurum ve kuruluşlarımız da yaparsa, ülke olarak büyük bir tasarruf hamlesi yapmış oluruz. Uçaklar uçmuyor ya, bir uçağın İstanbul’dan veya Ankara’dan Trabzon’a uçarken ne kadar masrafı oluyor hiç hesap ettiniz mi? Bir Boeing 737-400, yani en çok uçtuğumuz uçak, 1 saniyede 1,2 litre benzin tüketiyor. Bu rakam, kalkışta ve piste taksi durumundayken, yani yerden giderken 4 litreye kadar çıkıyor. Ankara – Trabzon arası 1 saat. Hesap şu:
(1 saniye) 1,2 litre X 60 (1 dakika= 72 litre) X 60 (1 saat = 4.320 litre) Yani yaklaşık 4 buçuk ton benzin. Parasal değerini de siz bulun. Uçak benzininin daha pahalı olduğunu da unutmayın.
Bir de bu zor günlerde fırsatçılık yapıp bizi kazıklamaya çalışanları unutmayın, bir yere not edin. Sonra gidip intikam alın demiyorum ama belleyin diyorum.
Hayatımızda biç bir şeyi ıskalamamak umuduyla…
Muhabbetle Efendim!