İlkokul birinci sınıf, anasınıfı, anaokulu ve ortaokul beşinci sınıf öğrenci kayıtları mevzuatın öngördüğü şekilde, 1 Temmuz 2019 tarihinde başlamış durumdadır. Milli Eğitim Bakanlığı Okul Öncesi Eğitim Ve İlköğretim Kurumları Yönetmeliği’nde 10 Temmuz 2019 tarihinde yaptığı değişiklikle, 30 Eylül tarihi itibarıyla 69 ayını doldurmuş ve daha büyük olan çocuklar ilkokul birinci sınıfa başlayacak, okul öncesi çağında olan 66-67 ve 68 aylık olan çocuklar da velilerinin dilekçe ile talep etmeleri halinde ilkokul birinci sınıfa başlayabilecekler. Yine 30 Eylül tarihi baz alındığında, 65 ay ve daha küçükler anasınıflarına / anaokullarına / uygulama sınıflarına kaydolacaklar.
Bu son değişiklikle 69, 70 ve 71 aylık olan çocuklar normalde birinci sınıfa başlamaları gerekirken, gelişimlerine uygun olarak velilerin dilekçe ile talep etmeleri halinde, anasınıflarına/anaokullarına/uygulama sınıflarına kayıt yaptırabilecekler. İlkokul birinci sınıf kaydının anasınıfına ertelenmesi için artık doktordan rapor alınmasına gerek kalmamıştır.
Okula başlama deyip geçmeyin lütfen, bu süreç özellikle aşırı korumacı yapıya sahip olan anne babalar açısından oldukça sancılı geçmektedir. Çocuğu özellikle de ilkokul birinci sınıfa başlayacak olan anne ve babalarda çok öncesinden bir telaş, bir kaygı, bir güvensizlik, zaman zaman da korkuya kadar varan istenmeyen bazı tutum ve davranışlar gözlenebilmektedir.
Zorunlu kayıt yaşında olmasına rağmen anne baba, aşırı korumacı yapıdan kaynaklı bir refleksle; “Çocuğumuz daha küçük yapamaz, bu sene de anasınıfına gitse sanki daha iyi olur” şeklinde bir ikilem yaşamaya başlar. Hassasiyetle bir dizi araştırmalar yapılır, çevredeki örnek olaylar incelenir, sonra yaş konusundaki mevzuat engelinin aşılamayacağı anlaşılınca, çocuklarının ilkokula başlaması gerektiği realitesini içlerine sindiremeyerek de olsa kabul ederek süreci atlatan anne-baba, -ki daha ziyade anneler bu süreçte baş aktör konumundalar- bu sefer “devlet okulu mu olsun, özel okul mu olsun” derdine düşerler. Neyse ki ailenin maddi durumuyla alakalı olduğu için bu aşama kolay atlatılır. Ama bu sefer de “hangi okul olacak acaba” endişesi sarar bünyeyi.
Araştırmalar daha da derinleştirilir. Gidilebilecek muhtemel okullar listesi oluşturulur. Listedeki bütün okullar adeta puanlamaya tabi tutulur ve bir bir elenir. Neticede ipi göğüsleyen okul belirlenir ve karar verilir: “Bu okul olacak”… Büyük bir zafer kazanmışçasına çocuk bir şekilde o okula kayıt ettirilir. Ancak süreç halâ devam etmektedir. “Temel çok önemli” cümlesinden hareketle, daha titiz bir araştırmayla o okulda çocuğu okutacak olan öğretmenin ismi zihinlerde çoktan belirlenmiştir bile.
Artık anne ve baba, olan gücünü ve nüfuzunu kullanarak o öğretmenin sınıfına çocuklarını kaydettirmeye çabalarlar. Tabii bu aşama, sürecin en zor aşaması gibi görünmektedir. Çocuk istenilen öğretmene kaydettirilir ya da kaydettirilemez bu meçhul ama, bütün bu bahsettiklerim okulun dışındaki şartlar(!) oluyor.
Bir de içindeki şartlar(!) var: Okul başlayacak, anne babaların tedirginlikleri farklı bir boyut kazanmıştır: Öğretmen istedikleri gibi biri mi olacak? Acaba dördüncü sınıfa kadar devam edecek mi? Çocuğuna nasıl davranacak? Çok ödev verecek mi? Verdiği ödevleri tek tek kontrol edecek mi? Sosyal, kültürel faaliyetlere de yer verecek mi? Çocuğuyla özel olarak ilgilenecek mi? Sınıftaki diğer öğrenciler ve dolayısıyla aileleri ve onların sosyo-ekonomik yapıları kendi durumlarına uygun mu? Çocuğu uyum sorunu ve okul fobisi yaşayacak mı? Çocuğu başka öğrenciler tarafından kabul görecek, dışlanacak, onlardan şiddet görecek mi? Kendini savunabilecek, koruyabilecek mi? Teneffüslerde kendi ihtiyaçlarını karşılayabilecek mi? Çocuğu sınıf başkanı seçilebilecek mi? Sınıfta ve hatta okulda en önce okumaya geçen kendi çocuğu olabilecek mi? Çocuğu okulda parmakla gösterilen, gurur duyacağı bir öğrenci olabilecek mi? Anlayacağınız, henüz okul başlamadan yaşanmaya başlanan kaygılar, okul başladıktan sonra da epey bir süre daha devam eder.
Eğitim düzeyi ne olursa olsun, çocuğu ilkokul birinci sınıfa başlayacak olan anne babaların büyük çoğunluğunun, “okula başlama sendromu”nu bir şekilde yaşadıklarını gözlemlemekteyiz.
Farkındaysanız okula başlama konusunu konuşuyoruz, fakat konumuz okula başlayacak olan çocuklar değil de onların anne babaları, çocuğun gideceği okul ve onu okutacak olan öğretmen. Üzüntü verici bir şey ama bu, pratikte işte tam da böyledir. Sanki okula başlayacak olanlar çocuklar değil de onların anneleri babaları. Ve maalesef anne babalar aşırı korumacı oldukları, anlamsız kaygı taşıdıkları ve okula, öğretmene, çocuğuna güven duymadıkları müddetçe, çocuk hep ikinci planda kalmaya mahkûm bırakılacaktır.
Çocuğu okula başlayacak olan sayın anne ve babalara sesleniyorum: Kendi kaygı ve korkularınızı çocuklara yansıtmayınız. Okula başlama gibi, çocuk açısından çok sevimli, sempatik ve bir o kadar da tatlı bir heyecan anlamına gelen bu olaya müdahil olup, yön vermeye çalışarak işi yokuşa sürmeyiniz. Her şey tadında güzeldir, mümkünse bu olayı abartmayınız. Sergilediğiniz bu tavırlar karşısında çocuğa, okula ve öğretmene ek bir yük yüklediğinizin lütfen farkında olunuz. Öğretmen çocuğa faydalı olabilmek için, önce sizi düzeltmeye gayret göstermek zorunda kalacaktır. Öğretmenlerin enerjilerini boşa tüketmeyiniz. Onların enerjilerinin sizin için değil, bu ülkenin, bizlerin, insanlığın geleceğini şekillendirecek olan çocuklar için olduğunu unutmayınız.
Çocuklarınızla ilgili çok yüksek hedefler belirleyip büyük beklentiler oluşturmayınız. Onların sizin evlatlarınız olduklarını, sizin genlerinizi taşıdıklarını, yedi yaşına kadar da onları sizin eğittiğinizi, bütün bildiklerini sizin öğrettiğinizi ve bilmesi gerekenleri de sizin öğretmediğinizi ya da öğretemediğinizi, yani onların hazırbulunuşluk düzeylerinin sizin eseriniz olduğunu hiçbir zaman aklınızdan çıkarmayınız.
Çocuğunuzun sıradan bir çocuk değil de, “dahi” ya da “üstün zekalı” olduğunu düşünmenize hiç gerek yoktur. Bu durum bilinçaltınızda çocuğunuza olan beklentinizi daha da yükseltecek ve ona taşıyamayacağı yükü yüklemeye çalışarak, belki de okuldan soğumasına sebebiyet vereceksiniz. Zira öyle olmadığı anlaşılınca, o yükü taşımanız daha da zorlaşacaktır. Hem böyle bir düşünce ve beklentinin bilinçaltındaki egodan kaynaklandığının da unutulmaması gerekmektedir. Kendi egolarınızın çocuklarınız üzerinde tatmin edilmesi onlara yapılacak en büyük haksızlıktır. “Ben okuyamadım çocuğum okuyacak”, ya da “Ben şu üniversiteyi bitirdim, çocuğum da şu üniversiteyi kazanacak” şeklindeki anlayışların onların ilgi ve yeteneklerinin yok sayılması, bu durumun da çocuğun kişiliğine/fıtratına müdahale anlamına geldiğinin hiç ama hiç unutulmaması gerekmektedir.
Tabi ki çocuklarınızın eğitiminden siz anne babalar birinci derecede sorumlu olan kişilersiniz. Ancak bunun anlamı çocuk adına, sizin istediğiniz gibi karar vermeniz değildir. Çocuğunuza, çıktığı bu eğitim yolculuğunda yön tayin etmeniz hiç değildir. Bunun anlamı, çocuğa bu yolculukta destek olmaktır, olası riskleri görmesini sağlayarak çocuğun karar verme mekanizmalarının sağlıklı çalışmasına yardımcı olmaktır. Çocuğun yeteneklerinin ortaya çıkarılması için sizin, öğretmenle ve okulla olması gerektiği şekliyle işbirliği içerisinde olmanızdır.
Bilmelisiniz ki, çocuğunuzun yeteneklerinin keşfedileceği yer akranlarıyla beraber bulunduğu sınıf ortamı, bunu yapacak olan da o sınıfın öğretmenidir. Onun için sınıf öğretmeninin tanılaması ve yönlendirmesi tarafınızdan muhakkak dikkate alınmalı ve çocuğunuza bu doğrultuda destek olmaya çaba göstermelisiniz.
Teknolojinin çocukları da etkisi altına almakta olduğu, çevrede bu kadar uyaranların ve zaman öldürücülerin bulunduğu bu çağda, işinizin kolay olmadığını bilmeli ve bu süreci hasarsız aşabilmek için her an yeni stratejiler geliştirmek durumunda olduğunuzu da unutmamalısınız. Bu, sizler için de bir yolculuktur. Ama kendi yolculuğunuzla çocuklarınızınkini hiçbir zaman karıştırmayınız. Kendi yolunuzu açmaya çalışırken, çocuklarınızın yoluna set olmayınız.
Bütün çocuklarımıza keyifli ve başarılı bir eğitim hayatı dilerim. Şansları, bahtları, yolları ve zihinleri açık olsun.