Öğretmenlik aslında belli bir uzmanlığa sahip olanlar arasından, yapılan sınavla seçilen ve ücreti mukabilinde yapılan bir meslektir. Bunu herkes bilir. İnternetten basitçe bir arama yaptığımızda öğretmenliğin; “Mesleği bilgi öğretmek olan kimse, çocukların, gençlerin ya da yetişkinlerin istenilen öğrenme yaşantıları kazanmalarına kılavuzluk etmek ve yön vermekle görevlendirilmiş kimse, bir bilim dalını, bir sanatı, bir tekniği veya belli bir bilgiyi öğretmeyi kendisine meslek edinmiş kimse” şeklinde tanımlandığını görürüz.
Tanımlamalar hemen hemen bütün kaynaklarda benzer ifadeler içermektedir. Lakin pratikte öğretmenliğin bir Peygamber mesleği, kutsal olduğunu söyleyerek, mesleğe ve dolaylı olarak da bu mesleği icra edenlere kutsiyet atfedildiğine şahit oluyoruz. Öğretmenliğin ne olduğunu, bir öğretmenin hangi vasıflara sahip olması gerektiğini, her meslekte olduğu gibi bu mesleği icra ederken nelere dikkat edilmesi gerektiği müzakere edilebilir, tartışılabilir ya da esasen öğretmenliğin ne olmadığı söylenebilir. Fakat nasıl seçildiği ve atandığı, ne şartlarda çalıştığı aşikâr olan bu mesleğe ve mensubuna kutsiyet atfedilmesi hiç doğru değildir. Bunun yapılmasıyla ne murad edildiği de anlaşılır olmaktan uzaktır. Zira, “kutsal” olan bir işte, bir bedelden, maddi bir karşılıktan bahsedilmesi abesle iştigal olur.
ABD menşeli bir eğitim platformu iyi bir eğitimcinin sahip olması gereken 8 özelliği şöyle sıralıyor:
Hayat tecrübesine sahiptir.
Her öğrencinin neye motive olduğunu anlayabilir.
Bir kahraman değil, insandır.
Teknolojiye hâkim olmayabilir ama öğrenmeye açıktır.
Öğrencilerine risk almayı öğretebilir.
Okul yöneticilerinin ne düşüneceği konusunda fazla endişelenmez.
Kendisine güven duyduğunu gösterebilir.
Önemli olan alanlara odaklanır.
Ülkemizde ise öğretmenlik mesleği ile ilgili beklentilerin ürünü olan yazılan çizilenlere baktığımızda, bu mesleği icra edenin işinin hiç de kolay olmadığını anlayabiliyoruz. Aklınıza gelen ne kadar güzel vasıf varsa, her biri peş peşe cömertçe sıralanır; “Öğretmen adil olacak, sosyal olacak, bilgili olacak, görgülü olacak, topluma ve öğrencilerine model olacak, önyargılı olmayacak, sevgi dolu olacak, sevecek sevdirecek, düzgün giyinecek, düzgün konuşacak, çok okuyup araştıracak, sakin ve serinkanlı olacak, velilerle iyi diyalog kuracak, amirlerine saygıda kusur etmeyecek, idealist olacak, kültürlü olacak, siniri olmayacak, çağdaş olacak, olgun ve ciddi olacak, fedakâr olacak, kendiyle ve toplumla barışık olacak, sorun çıkarmayacak, çalışkan olacak, gündemi takip edecek, gerekirse özür dilemeyi bilecek, şefkatli ve merhametli olacak, özel hayatı ile işini karıştırmayacak, kendini mesleğine adayacak, kibar olacak, ikna kabiliyeti olacak, içten olacak, stresle başa çıkma yöntemlerini, zaman ve süreç yönetimini bilecek, sağlıklı olacak, öfkeli olmayacak, ufku geniş olacak, insan psikolojisini çok iyi bilecek, yenilikçi olacak...”Bitmedi; bunlar öğretmenliğin dışındaki şartlar, bir de içindeki şartlar var; sınıf içindeki öğretmende bulunması gereken özellikler, say say onlar da bitmek bilmiyor.
O kadar çok özellik, o kadar çok vasıf sıralanıyor ki öğretmenlik mesleğini yapmakta olan “insan”, büyük bir çelişki içerisinde kıvranıyor âdeta. Zira bu vasıfları reddetmek veya bunların bir kısmı aslında bende yok deme gibi bir lüksümüz yok. Yine de şu kadarı söylenebilir; bu özellikleri taşıyan öğretmen varsa inanın ki eli öpülür, baş tacı edilir, çünkü bu öğretmen öğrencilerini uçurur. Büyük İskender’in öğretmenlikle ilgili, “Babam beni gökten yere indirdi. Hocam beni yerden göğe yükseltti” şeklinde bir sözü var. Sanırım bu söze biraz kafa yormalı.
Sakın yanlış anlaşılmasın, bu vasıfların öğretmenlerde bulunması gerektiği konusunda hiçbir itirazımız olamaz. Ayrıca, abartmamak şartıyla bu mesleğe ve mensuplarına değer katmak maksadıyla söylenen güzel sözlere de eyvallah. Zira, mesleği insanla uğraşmak olan, sadece öğretmenler değildir. Doktorlar, hemşireler, hâkimler, savcılar ve diğerleri bu vasıflardan azade mi olsun? Hele, o körpe dimağları 6-7 yaşına kadar şekillendiren ve bence onların asıl öğretmeni/mimarı durumundaki, veliler-anne babalar bu vasıfları taşımasalar da olur mu?
Elbette olamaz. Önce kendimiz olmak şartıyla, tüm meslek mensupları, tüm insanlar bu özelliklere sahip olmalı/olmaya gayret etmeliyiz ki geleceğimizin teminatı olan çocuklarımız, kötü bir örnekle karşılaşma durumunda kalmasınlar.
Ne yazık ki öğretmenlerin çalışma şartları, öğrenci-öğretmen ilişkileri, öğretmen-veli ilişkileri vb. nedenlerle öğretmenlik mesleği her geçen gün kan kaybetmekte. Bu ya da başka nedenlerden dolayı öğretmenlerde bulunan/bulunması gereken vasıfların da maalesef her geçen gün azaldığını üzülerek gözlemlemekteyiz. Son zamanlarda öğretmenlik mesleği ile ilgili yasal zeminde birtakım olumlu somut adımların atıldığını görmek sevindirici olmakla beraber yeterli de değildir.
Millî Eğitim Bakanımızın sosyal medyaya da yansıyan bir konuşması vardı, hepiniz izlemişsinizdir. Bir televizyon programından iki-üç dakikalık bir kesitti. Sayın Bakanımız, bir veliyle bir öğretmenin, okul koridorundaki bir konuşmasını aktarıyor: Öğretmen veliye, çocuğunun ağza alınmayacak laflar söylediğini, velinin de buna karşılık öğretmene hitaben; “Sen matematiğini anlat gerisine karışma, çocuğumun ahlâkı senden sorulmaz” şeklinde kaba ve yakışıksız bir üslupla cevap verdiğini aktarıyor. Sonrasında medyada günlerce manşet olan o veciz sözü söylüyor Sayın Bakanımız; “Anne babalar, bırakın izin verin, öğretmenler öğretmenliğini yapsın.”
Öğretmen de bir insandır. Onun da duyguları vardır. Böyle bir üsluba maruz kalan öğretmen her seferinde bir adım geri çekilir ve her geri adımda bir güzel vasfını kaybeder. Çünkü mevcut sistem, öğretmene başka bir şey yapma şansı vermemektedir.
Sosyal medyadan bir örnek daha verelim: Bir öğretmen sınıfta ders anlatırken, ayaklarını sıranın üzerine koyarak, üstelik ayakkabısının birini çıkarmış vaziyette ders dinleyen bir kız öğrenci fotoğrafı paylaşılmış. Bunu bir öğretmen paylaşmış. Altına da şunları yazmış: “Derste böyle oturan öğrenciye ne yapabiliriz? Hiçbir şey. Kızarsak sözlü şiddet olur, psikolojisini bozmuş oluruz. Dokunursak fiziki şiddet olur, adliyelik oluruz. Düşük not versek anne babası okulu başımıza yıkar, hakkımızda soruşturma açılır. Ardından medyada manşet oluruz. Sonra il ya da ilçe müdürleri öğrenciyi evinde ziyarete gider, öğretmene özür diletirler, mevzu kapanır.”
Başka söze ne gerek var. İşte sayıları çok az olsa da böyle velilerin, böyle öğrencilerin bulunduğu bir ortamda, ne zaman şikâyet edileceğim kaygısı ve nasıl bir veli profili ile karşılaşacağım korkusu ile mesleğini icra etmeye çalışan bir öğretmenin yukarıda bahsedilen vasıflara sahip olması ne kadar mümkün görünüyor? Buna ve bu mesleğin kutsal olup olmadığına varın şimdi siz karar verin.