Bir eğitim öğretim yılının daha sonuna geldik. Bu günlerde yazılı ve görsel basında, alışılagelmiş rutin yıl sonu eğitim haberleri baş köşede yerini alacaktır. Sene başlarında, sene sonlarında, öğretmenler gününde ya da eğitimcilere yönelik şiddet vakalarında, memleketin maarif meselesi hatırlanır, mühim kişiler(!) basında arz-ı endam eder, önceden hazırladıkları istatistiki bilgileri bilirkişi edasıyla okurlar, sağ olsunlar hepimizi bilgi sahibi ederler. Kimi zaman da epeyce mürekkep yalamış yutmuş olan uzman eğitimci görüşlerine başvurulur, lakin uzmanın anlatacakları çok, zaman az ve reyting kaygısı da bulunduğundan, söyleyeceklerini bile tam olarak söyleyemeden konuşmasını keserler, memleketin maarif gündemini böylece geçiştirir, sorunlar da halı altına süpürmüş olurlar.
Bu döngü böyle devam ederken, işin mutfağında olan biz eğitimciler, yıllardır süregelen sorunlarla boğuşmaktan ne sene başı heyecanı yaşayabiliyoruz ne de sene sonu rahatlığını hissedebiliyoruz.
Milli Eğitime ne zaman işin ehli üst düzey bir yönetici atanmışsa, çözüm bekleyen onlarca soruna çözüm getirileceğine dair umutlarım yeşermiş, ancak çok geçmeden bu beklentim hayal kırıklığıyla sonuçlanmıştır. Hem bu sorunlarla boğuşmak hem de işimizi en iyi bir şekilde yapmak durumunda olduğumuz için, olan hep işin başındaki biz eğitimcilere olmuştur. Gereksiz yere onca zaman ve enerji heba edilmiştir, edilmektedir de.
İşin mutfağındaki kişilerden gelen yapıcı eleştirilerden hiç rahatsız olunmamalıdır.
Zira, uygulayıcılar uygulamada karşılaştıkları sorunları dile getirmiyorlarsa, asıl bu durumdan korkulması ve kaygı duyulması gerekir. Tabii, yanlış olduğunu bile bile, maslahat gereği hiçbir kelam etmeden bu yanlışı uygulamaya devam etmekte bir beis görmeyen eğitimci arkadaşlara da şaşıyorum. Fakat, ortada hiçbir şey yokken bir bardak suda fırtına koparmakta olan, derdi üzüm yemek olmayıp ortalığı karıştırarak belli kesimlere şirin görünebilme çabasındakileri de ayırt etmekte fayda vardır.
Bu düşüncelerle, eğitim öğretim yılının sonuna geldiğimiz bu günlerde, kronik hale geldiğini düşündüğüm bazı sorunlara, başka deyimle öğretmenlerin MEB’den beklentilerine değineceğim. *Öncelikle, 2005’ten beri çözülemeyen "uzman öğretmenlik" sorunu ivedilikle çözülmelidir. Detaylarına girmeyeceğim ancak, biline ki bu alanda öğretmenler arasında büyük bir haksızlık söz konusudur.
Ekonomiyle ilgili olduğu için Milli Eğitimin tek başına çözebileceği bir sorun değildir bu. Fakat bu zamana kadar bu sorunun çözülememiş olması anlaşılır değildir. Bakanlık bu konuyu ilk fırsatta gündemine almalı ve bir an evvel çözüme kavuşturmalıdır.
*“Sözleşmeli Öğretmenlik” ve bununla bağlantılı olarak “Ücretli Öğretmenlik’” uygulamaları da ivedi olarak masaya yatırılmalıdır. Öğretmenlerin sözleşmeli olarak atanması kabul edilir değildir. Hadi atadınız, memleketin en mahrum bölgelerinde hiçbir mazeret tayinini kabul etmeksizin onları 6-7 yıl zorunlu çalıştırmanız da neyin nesidir? Öğrenmeye ve tecrübe edinmeye en müsait oldukları bu zaman diliminde onların motivasyonlarının bitirildiğinin farkında mıyız acaba? Hükümetin bu yönde taahhüt ettiği gibi, acil olarak bu zorunlu görev süresi 3+1 yıl şeklinde düzenlenmelidir.
Asgari ücret bile ödeyemediğimiz henüz atanamamış olan ücretli öğretmenlerin ekders ücretlerinin, yine vaat edildiği gibi iki katına çıkarılması gerekmektedir.
*Okulların hizmetli-“Personel” ihtiyacı Milli Eğitimin tam olarak çözemediği en büyük sorunlarından biridir. İşkur kapsamında -kadrolu değil- okulların bütün personel ihtiyacı karşılanmalıdır. Ya da okulların personel çalıştırabilmeleri ve ücretlerini ödeyebilmeleri için Okula Aile Birliği Yönetmeliği’nde okul idaresinin elini güçlendirecek hükümler getirilmelidir.
*“ Yardımcı Kaynak Kitaplar”dan dolayı yayıncılar, veli ve üst yöneticiler arasında sıkıştırılan okul yönetimi ve öğretmenler rahatlatılmalıdır. Bu yardımcı kaynak kitapların alınmasını istemiyorsanız neden basılmasına müsaade ediyorsunuz ki? Bakanlık buna müsaade etmezse sorun çözülecektir. Her yıl bu meseleden ötürü yüzlerce gereksiz şikayetler yaşanmakta, akabinde soruşturmalar açılmaktadır. Kanaatim odur ki, dershaneler sorununun çözülemediği gibi yardımcı kaynak kitapların da yasaklanmasına muvaffak olunamaz, serbest bırakılması gerekir. MEB de gerçekçi olmalıdır, çözüm olmadığını bile bile her sene başında, temcit pilavı gibi, okullara ‘kaynak kitap almayın’ diye uyarı yazıları yazmamalıdır.
*En çok değişime uğrayan ve en çok gündem olan yönetmelik “Yönetici Atama Yönetmeliği”dir. Çok hazin bir hikayesi vardır. Sadece bu başlık bile ayrı bir yazı konusudur. MEB, eğitim paydaşlarından oluşan bir çalışma grubu kurarak, liyakate bağlı, her kesimin kabul edeceği bir yönetici atama sistemi getirmelidir. Sadece okul müdür ve müdür yardımcısı değil, Milli Eğitimin merkez ve taşra teşkilatındaki tüm yöneticilerin atamaları da bu sisteme dahil edilmelidir.
Düşünsenize, bir sınıf öğretmeni bakan olabiliyor, bakan yardımcısı olabiliyor,genel müdür olabiliyor, bakanlık müşaviri olabiliyor, daire başkanı olabiliyor, il müdürü, il müdür yardımcısı, ilçe müdürü, şube müdürü, halk eğitim müdürü, öğretmenevi müdürü olabiliyor; fakat bir ortaokulda ve lisede müdür olamıyor, mantık bunun neresinde acaba? Milli Eğitim bünyesindeki tüm yöneticiler, ‘Eğitim Öğretim Hizmetleri Sınıfı’ ve ‘Genel İdare Hizmetleri Sınıfı’ diye ayırmadan bir çatı altında toplanmalı ve her yönetim kademesine herkesin atanabilmesine fırsat verilecek şekilde objektif kriterlerle yeni bir yönetici atama yönetmeliği hazırlanmalıdır.
*MEB, alandan istatistiki bilgi toplama sistemini değiştirmelidir. Yıllardır eleştirmemize rağmen hala “İKS” denilen bu sisteminde ısrar edilmektedir. Buradan toplanan veriler sağlıklı değildir, dolayısıyla aldığınız istatistiki bilgiler sizi yanıltacaktır. Bu sistemin derhal kaldırılması gerekmektedir.
* “E-müfredat” denilen sistem kadük olmuştur. Yetkililer bunu neden görememektedirler? İşlevsel hale getirilemeyecekse, ilgili mevzuatıyla beraber kaldırılması gerekmektedir.
*Son yıllarda kurulan ve sayıları hızla artan “Proje Okuları”na yönetici ve öğretmen atama kriterleri tamamen subjektiftir. Yani şu anda buralara yapılmakta olan tüm atamalar keyfi ve tamamen adaletsiz bir şekilde yapılmaktadır. Bunun izahı yoktur, kabul edilmesi de mümkün değildir. Bu haksızlığın derhal ortadan kaldırılması gerekmektedir.
*Halihazırda biz yöneticilerin en çok zorlandıkları ve öğretmenlerin bile hala anlayamadıkları bir “Ekders Ücret Yönetmeliği”miz var. Bu yönetmelik ivedilikle; daha sade, daha anlaşılır, daha izah edilebilir, daha adil, daha uygulanabilir, daha şeffaf, daha az zaman gerektiren ve daha uygulama birliği olan bir şekle getirilmelidir.
*MEB, öğretmen ve yöneticilerin girmekte oldukları her türlü “Sınav Görevleri-Görevlendirmeleri” sisteminde de düzenleme yapmalıdır. Tüm okulların ÖSYM ve AÖF sistemine dahil edilmesi gerekmektedir. Görevlendirmelerde Milli Eğitimdeki kıdem ve makamın bir kenara bırakılıp ÖSYM’nin kendi personeline öncelik tanıması, kabul edilebilir değildir. Öğretmenler olmazsa bu sınavların yapılamayacağının birileri tarafından ÖSYM’ye hatırlatılması gerekmektedir. Aynı salonda çocuğumuz yaşındaki araştırma görevlilerine başkanlık, bizlere gözetmenlik verilmesi şeklindeki meslek etiğine uymayan uygulamalara da son verilmesi gerekmektedir. Ayrıca her tür sınavlar için, hafta sonu kurs görevleri nedeniyle belli süre sınav görevi talep etmeyenlerin bu hakları saklı tutulmamalıdır.
*Öğretmenlerin eylül ve haziran dönemlerinde yapmakta oldukları “Mesleki Çalışmalar” bu haliyle hiç gerekli değil, faydası da yoktur. Genel kanaat bu uygulamanın kaldırılması gerektiği yönündedir. Sene başında öğretmenlerin yeni döneme hazırlanmaları söz konusu olduğu için eylül dönemine seminer programı kesinlikle konulmamalıdır. Böyle bir uygulama işleri aksatmaktadır. Sene sonundaki seminer çalışmalarının da öğretmenlere kattığı bir şey yoktur. İlk haftası okullarda sene sonu iş ve işlemleriyle geçirilmeli ve dönem sonlandırılmalıdır. Zaten sonraki haftalarda başka il ve ilçelerdeki okullarda seminerin alınabilmesi, meselenin ehemmiyeti hakkında bir fikir vermektedir. Dolayısıyla bu konuda da öğretmenlerden gelen talepler doğrultusunda düzenleme yapılması gerekmektedir.
* “Okul Aile Birliği Yönetmeliği”nde, bağışların toplanma şekli ve zamanı ile ilgili, okul idaresini zor duruma bırakan hususların da bir an evvel değiştirilmesi, okul yönetimlerinin rahatlatılması gerekmektedir.
*Son yapılan düzenlemelerle e-okula da işlenmesi yönünde bağlayıcı hükümleri bulunan “Sosyal Etkinlikler Yönetmeliği”nin daha sade, okula ve öğretmene daha çok iş yükü yüklemeyen, zaman kaybettirmeyen bir şekilde uygulanabilmesi imkanı sağlanmalıdır.
* 4+4+4 sisteminin şartlar gereği tam olarak uygulanamadığı gibi,“Tam Gün Eğitim”e geçme konusunda da şatlar zorlanmamalıdır. Tam güne geçme, olmazsa olmaz değildir. Okulların tüm birimlerinin kapatılarak dersliğe çevrilmesi, bir sorunu çözmeye çalışırken yeni sorunlar oluşturulması demektir. Bu anlayış eğitimci anlayışı değildir, bundan vaz geçilmelidir.
*Okullarda uygulanan ya da uygulanmak zorunda bırakılan her türlü “Projeler” temel sorun teşkil eden hususlardan biridir. Herhangi bir resmi ya da özel kurum, kuruluş, dernek ya da vakfın yürüttüğü, uygulanabilir olup olmadığı belli bile olmayan bir projenin okula-okullara dayatılmasına müsaade edilmemelidir. Bu tür çalışmalar gönüllülük esasına dayalı olarak yapılmalıdır. MEB merkez teşkilatı, taşra teşkilatı bazen de mülki amir onayıyla okullarda zorunlu olarak uygulanması istenen projelerden, bunların takibinden, sonuçlarının bildirilmesinden; bu angarya işlerden gına geldi artık. Kral çıplak, kimse söyleyemiyor durumu söz konusudur. Bırakın öğretmen asli işini yapsın. Hasılı, okullar istemedikleri projelere dahil edilmemelidir.
*Öğretmenlerin meslek içinde eğitilmesi, yetiştirilmesi anlamına gelen “Hizmetiçi Eğitim Faaliyetleri” de maalesef ağır aksak işleyen, çok da istendiği gibi yürümeyen-yürütülemeyen bir haldedir. Bu, yıllardır böyledir. Aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemek ne anlama gelir Allah aşkına. Hizmetiçi eğitim çalışmaları teşvik edilmeden böyle devam edecektir bu durum. Bakınız, yönetici atamada yüksek lisansa belli bir puan verildi, akabinde binlerce öğretmen parasıyla yüksek lisans yaptı. Bu kadar basit. Hizmetiçi eğitim faaliyeti yapanla yapmayanı bir tutamazsınız. Hasılı; puan, ödül, yöneticiliğe başvuruda öncelik gibi basit kriterlerle hizmetiçi eğitim faaliyetleri cazip hele getirilmelidir.
*“Aday Öğretmenlik” de maalesef olmuyor, dikiş tutturulamıyor. Bırakın eskisi gibi kalsın.
Eleminasyon yapamayacaksanız bunca zahmete ve israfa gerek var mıdır? Yani ‘sen öğretmenlik yapamazsın, başka mesleğe git’, dediğimiz kaç kişi olmuştur? Öğretmenin seçimi ve yetiştirilmesi konusunda yükün büyük kısmını üniversiteler mi üstlenmelidir acaba?
*Marifet iltifata tabiidir, iltifatsız mal zayidir”, der atalarımız. Çalışan öğretmen ödüllendirilmelidir. Bu ödül de fark yaratmalıdır ki teşvik gücü olsun. Mevcut haliyle “Ödül Sistemi”miz tatmin edici değildir. “Başarı Belgesi”, “Üstün Başarı Belgesi” ve “Ödül” kriterleri yeniden düzenlenmeli, çalışmaya ve çalışkanlığa endekslenmelidir. Ayrıca, talep edilen-teklif edilen belgeler ödenek değildir, biraz cömert olunmalıdır. Bu konuda yöneticilere ve mülki amirlere iş düşmektedir. Anlamsız bir gerekçeyle teklifler geri çevrilmemelidir.
*Öğretmen ve okul yöneticilerinin eğitim öğretim yılı içerisinde hangi ayda hangi çalışmaları yapması gerektiğinin dayanaklarıyla beraber açıklayıcı olarak yazıldığı bir el kitabı olmalıdır.
Buna “Öğretmenliğin/Okul Yöneticiliğinin El Kitabı” denilebilir. Bakanlık tarafından hazırlanan yıllık çalışma takviminden bahsetmiyorum. Bu kitap her yıl ağustos ayında güncellenmeli, eylül başında öğretmenlere imza karşılığı teslim edilmelidir. Aylara göre çizelge şeklinde yapılacak çalışmaların yer alacağı bu el kitabı sayesinde, ülkedeki tüm okullarda birlik sağlanmış olacak ve bazı yöneticilerin de bu kitapta yer almayan keyfi taleplerinin önüne geçilmiş olunacaktır. Böylece öğretmen ve okul yöneticileri yarınını görerek planlama şansı bulacaklardır.
*Maaşlardaki vergi dilimi haksızlığının giderilmesi, destekleme yetiştirme kurs ücretleri ve okullarda yapılan diğer kursların ücretlerinde adaletli davranılması, kurslarda görevli yöneticilere de komik olmayan ücret ödenmesi, direkt ödenekle alakası bulunduğundan; okullarda yasa gereği uygulanması gereken iş güvenliği kanununun bağlayıcı hükümleri karşısında okul yöneticilerinin sorumlu tutulmaması, liselere geçişte belirsizliğin, adaletsizliğin ve karmaşıklığın ortadan kaldırılması mümkünse eski sitem olan TEOG’a geri dönülmesi, öğretmenlerin kılık kıyafetleriyle ilgili mevzuatta gerekli düzenlemenin yapılması ve artık şu 3600 meselesinin de bir an evvel halledilmesi gerekmektedir.
İstediğimiz daha çok şey var ama, ne diyelim gündemi fazla meşgul etmemek gerek. Bütün bunların sadece gündem olmakla kalmaması temennisiyle...