KENDİ YAZILARIMA REDDİYE(!)
Bu sabah her zamankinden çok farklı uyandım. Balkona çıktım, etrafıma bakındım, şükürler olsun, her şey ne kadar güzel yaratılmıştı. Kendime baktım; hamdolsun çok sağlıklıyım. Derin derin nefesler aldım, kendimi oldukça zinde hissetim. Bu hislerle etrafı seyrederken düşüncelere dalmışım. Yüzümde bir tebessümle kendime geldim. Hiç karamsar değildim. Evet, hayat gerçekten ne kadar da güzelmiş, dedim. Bunca güzel şeyler varken hayatta, niye hep olumsuzlukları görmüşüm ki? Ama bundan sonra farklı olacağıma ahdettim. Hep iyi şeyleri görüp hep güzel şeyler düşüneceğim, hayata hep olumlu bakıp hiçbir şeye takılmayacağım artık.
Derken gözüme hemen karşımdaki çocuk parkında yerlere atılmış olan çöpler ilişti. Hiç rahatsız olmadım, çocuk işte, düşürmüştür. Çekirdek kabuklarını da gençlerin muhabbetine yordum, ne iyi. Hem bu kabuklar toprakta gübre olur illa. İçeri girdim, kahvaltımı kişisel temizliğimi yaptım. Günlerden cumartesiydi ama okuluma gitmeliydim. Sıkıca giyinip çıktım. Aa, bir komşumuz sabah koyması gereken çöpünü, yerdeki sızıntıdan anlaşıldığına göre dün geceden bırakmış; olsun ne var ki bunda, sabah uyanamıyordur. Ortama el çantamdaki parfümden sıktım, nefes almam düzeldi gibi. Diğer tarafa çevirdim bakışlarımı; çocuk arabasının içinde kedi ne de güzel kıvrılmış uyuyordu, tepki verdi beni görünce, gözlerini açtı, bakıştık; şirin şey. Sonra çöplere tekrar baktım, çöp poşetlerini bu kedicik yırtmış olmalı, aç mı kalsındı? Aman neyse kediciği suçlayamam ki. Çıktım binadan, aracıma doğru yürürken site içindeki onca aracın yanlış park etmesinden de hiç rahatsızlık duymadım.
Site çıkışında durakladım, solumdan gelen araca yol vermek için, kuralları ve onlara uymayı çok severim. Lakin beklemem gereksizmiş, gelen araç bizim siteye giriş yaptı. Sinyal lambaları bozulmuş olmalı. Hiç mühim değil. Yoluma devam ettim. Sokağımızın az ilerisinde bir zincir marketin yeni açılan şubesi önündeki kaldırım müşteriler için adeta otopark olmuş. Araçlar kaldırıma sıra sıra dizilmiş, her zamanki gibi; ne güzel bir görüntü, simetriyi severim. İki dakika alış veriş yapıp çıkacaklar işte, buna takılmam yersiz. Yayalar da yoldan yürüyebilirlerdi.
Daha ileride tabelasını bir türlü göremediğim, oldukça geniş bir alanda ticari faaliyet yürütmekte olan şu nüfuzlu firma da, nihayet giriş kapısının yanındaki direkte asılı olan, rengi tamamen solmuş Türk Bayrağı’nı yenilemiş, ne kadar mutlu oldum, anlatamam. Bekçi benden bıkmıştı, ama zaten daha söylemeyecektim ki. Hem yürüyerek giderken dikkatle bakıldığında, direkte asılı olan şey Türk Bayrağı’na benziyordu. Belki de bende renk körlüğü vardı. Neyse ki vakit ve kaynak bulup yenilemişler. Minnettarım onlara.
Okulun önüne varana kadar bu ve benzeri hiçbir olumsuzluğun beni etkilemesine müsaade etmedim. Okul girişine park etmiş olan araç da buna dahil. Günlerden cumartesi ya, ana giriş kapısı önünde pekala araç park edilebilirdi demek. Korna çaldım, ne güzel ses, biraz ezgi katmaya çalıştım ortama. Giriş kapısının her iki yanında koca yazılarla gerekli uyarı tabelaları vardı. Sürücü tabi ki onları okumuştur ama yazık, adamcağızın acil işi var demek, yoksa resmi kurum girişini kapatır mıydı? Daha önce bu şekilde yanlış park eden araçların fotosunu çekip emniyete niye ihbar etmişim ki? Pişmanlık duydum. Neyse dörtlülerimi yakıp indim aracımdan, telefonu vardır mutlaka ararım gelir alır arabasını, düşüncesiyle. Garibim, kartviziti yok demek. Kalem kağıt da bulamamıştır, iki dakikaya gelecektir zaten. Neyse şoför kapısına yeltendim, açıksa korna çalarım gelir. Kapısı açıktı ne kadar güzel, kornasına basmak istedim. O zamana kadar görmemiş demek; kapısını açar açmaz, daha kornasına basmadan, karşı dükkandan üst perdeden seslenerek geldi adam. Biraz kızdı besbelli, dedim resmi kurum girişine…. “Bugün cumartesi ne var” diye lafı ağzıma tıkamakta haklıydı belki de. Tartaklanmadığım için kendimi şanslı hissettim. Aracını hemen bitişikteki otobüs durağı önüne çekti. Bu durum eskiden beni çok rahatsız ederdi.
Aklıma, Şanlıurfa’da yolun ortasında muhabbet edenlere ısrarla korna çalan sürücüye, sohbet edenlerden birinin dönüp kendini haklı çıkarırcasına; “Ne var, farzet ki ağacam, çarpacak mısan”, demesi geldi. Adam haklıydı. Görüyorsun adamlar muhabbete dalmış, başka yoldan gitsene de mi? Rize’de benim başıma gelen de enteresandı: Görev yaptığım okulun hemen yakınındaki kavşağa tersten giren sürücüye, yanlış yönde olduğunu söylediğimde, adam o açık olan şoför camından kafasını bir hışımla çıkarıp Rize ağzıyla; “Saane, sen emniyet muduri misun” demişti. Memleketimin güzel insanları işte. Kim bilir ne derdi vardı?
Günlük hayatta karşılaştığım bu ve benzeri şeylerle artık uğraşmayacağım. Çok kere müdahale ettiğim bu gibi durumlar karşısında fena muamele görmüş olmama rağmen, bu yaşa kadar bu alışkanlığımdan vaz geçmemişim. Önümden seyreden aracın fren ya da sinyal lambası yanmıyorsa bana neydi, ne diye ona ışıklarda yetişip lambasının yanmadığını, trafiği tehlikeye düşürdüğünü söylüyorsam artık? Hastanede randevu saatim geldiği halde doktorun hala gelmemiş olmasını niye problem yapıp koşturup hastane idaresinden doktoru aratmışım, ameliyattadır bunu anlamayacak ne vardı? Bu ve benzeri nelere müdahale etmemişim ki?
Hele içinde bulunduğum ve dişlisinin bir çarkı konumunda olduğum “Eğitim Sistemi”mizle ilgili zaten dememe gerek yok, eleştirel bakmadığım bir alanı kalmamıştır belki de. Her projesi, her uygulaması, her yönetmeliği, her kişisi eğri de bir ben mi doğruymuşum? Kendime ‘hadi oradan’ diyorum. Büyüklüğünü ve içeriğini tahayyül bile edemediğim bu sistemi ve hele ki, sistemin sevk ve idaresi konumundaki kişileri sorgulamak haddim olmayacak bundan sonra. Bundan önce eleştirel olan yazılarımı da yok sayacağım. Ben kim oluyordum ki? Bu çapımla eğitim sistemini nasıl eleştirebilmişim; bu ne cüret? Ama artık böyle bir şey olmayacak, dersimi aldım.
Bundan sonra çekilip odama gelen yazılara cevap verip, benden ne yapmam isteniyorsa ötesine geçmeyeceğim. Bana müsaade edilen neyse fazlasını talep etmeyeceğim. Yanlış gördüğüm hiçbir şeye müdahale etmeyeceğim. Zaten onu yanlış olarak da telakki etmeyeceğim. Artık oturup bilgisayarımın başına, bana tahsis edilen şifrelerimle “TEFBİS”ime, “Hitap”ıma, “Burbis”ime, “E pas”ıma, “MEBBİS”ime, “e okul”uma, “EÇBS”me, “KBS”me, “eTwinning”ime, “Piktes”ime “EBA”ma, “Kontenjanmeb”ime , “Mebmail”mie, “Veri Girişi”me, “Mais”ime, “Dyned”ime, “İKS”me, “e Talep”ime, “DYS”me ve diğerlerine bakacağım.
Yani sorgulamayan, eleştirmeyen, hayır demeyen, yüzünü ekşitmeyen, “tamam efendim” deyip başını emme basma tulumba gibi sallayan, itaatkar bir müdür olacağım; göreceksiniz.