Beni tanıyan, bilen herkesçe malumdur ki, zaman zaman bazı köşe yazılarım olsa da, ben yazar filan değilim, böyle bir iddiam da olamaz. Sadece yaşadıklarıma, şahit olduklarıma, doğru olmadığını düşündüğüm bazı hususlara biraz duygu ve düşünce katarak, biraz da edebi kaygılar gözeterek parmak basıyorum, gündem oluşturmaya çalışıyorum. Derdimi anlatmaya, aktarmaya gayret ediyorum. Patlamamak için kendimi rahatlatıyorum da diyebiliriz.
Şimdi de yeni yaşadığım, daha doğrusu bizzat benim değil de üniversite öğrencisi olan oğlumun Muş’ta yaşadığı bir olaydan yola çıkarak bu yazıyı kaleme alıyorum. Ama bu olayı yaşayınca aklıma, yıllar önce Rize’de, memleketimde yaşadığım bizzat benim maruz kaldığım benzer bir olay geldi, onu anlatmasam olmazdı:
Yıl 1983 ya da 1984, aylardan eylül, Samsun Ladik Akpınar Öğretmen Lisesi yatılı okul öğrencisiyim. Tatil bitti okula dönüyorum. Okul lise ama, ortaokul kısmı da var, ben ortaokul kısmı öğrencisiyim. Daha çocuğum yani. O zaman şartlar çok farklıydı. Şehir merkezine 90 km mesafede olan okuluma varabilmem için Samsun’a sabah saatlerinde inmem, bunun için de Rize’den gece saatlerinde binmem gerekiyordu. Yine öyle yaptım, günler önce saat 22.00’de kalkacak otobüse biletimi aldım. Vakit geldi, herkesle vedalaştım, köyden şehre kalkan son minibüs saat 12.00 ya da 13.00’teydi. Minibüse bindim, gece saat 22.00’de kalkacak otobüs için saat 13.00 sularında Rize’deydim.
Buraları geçelim, vakit bir şekilde geçti, gece oldu, otobüsün hareket saati geldi, elimdeki bilete göre otobüse bindim. Rize’yi bilenler için söyleyeyim, tam merkezde Belediye Bahçesi tarafındaki yazıhanelerden biri, firma adını unuttum tabii. Sanırım gece olduğu için otobüsün yazıhane önüne kadar gelmesine müsaade ediliyordu. Biletimde yazan numaralı koltuğa gittiğimde orda biri oturuyordu. Anlaşılan otobüs ilçelerden birinden kalkmıştı ve bana satılan bilet ilçeden başka birine de satılmıştı. O, çocuk halimle ne kadar mücadele edebilirdim ki, yaka paça atılmadan taşımakta zorlandığım bavulumu elime tutuşturdular, kendimi kaldırımda buldum. Ortada kalakalmıştım. Ne kadar üzüldüğümü, kahrolduğumu şimdi size nasıl anlatayım ki? Otobüsten attınız hadi, çocuğum ya buna gücünüz yetti, paramı da iade etmediniz, bari benle ilgilenin değil mi, gecenin o saatinde….. nasıl bir vicdansızlık. Ne mi yaptım, karşı çaprazda şimdiki Ziraat Bankası yanındaki bir otele gittim; sabaha kadar göz yaşlarıma ve hüznüme şahitlik eden o otele… Neticede ertesi sabaha başka bir firmadan yeni bir bilet daha aldım. Cebimdeki 1 aylık harçlık, o insanlıktan nasibini almamışlar tarafından hiç edildi.
Gelelim Muş’taki olaya… Oğlum Muş Alparslan Üniversitesi Türkçe Öğretmenliği bölümü son sınıf öğrencisi. Her ne kadar doğuda çalışmış biri olarak, ülkemizin doğu bölgesinde yaşayan kardeşlerimizin ne kadar düzgün karakterli, insancıl ve yardımsever olduklarını biliyor idiysem de, orayı tercih edeceği zaman, öncesinde Bursa’daki Muşlu dostlardan da görüş aldım, hepsi aynı şeyleri, benim de bildiğim o güzel şeyleri söylediler. Olumsuz konuşan hiç olmamıştı. İçim daha bir rahatladı. Allah var daha düne kadar, yani bu olayı yaşayana kadar olumsuz hiç bir şey duymamıştım.
Oğlum, “baba, bu sene son sınıfım ya, sınava hazırlanacağım yurt ortamından motive olamıyorum, küçük bir eve çıkayım”, dedi. Çok sıcak bakmasam da hay hay, sen bilirsin evlat dedim. Malum internet sitesinde, B.D. adına açılan hesapta bir ilana rastladı. Sitede pazarlanan ev, apart gibi, eşyalı, 65 m2, hasılı hiç de fena görünmüyordu. Kirası 3.250 tl idi. Oğlum, ömründe ilk kez ev tutacağı için o heyecanla henüz Bursa’da iken görüşmeleri yapmış, kendince anlaşma sağlamış. Siteye ilan veren B.D.’ın muhasebeci olduğu, asıl ev sahibinin Muş’ta hatırı sayılır (mı sayılmaz mı bilemem) M.K. adında, 65-70 yaşlarında bir esnaf (aynı zamanda toprak ağası) olduğu anlaşılınca, oğlum ev sahibi olan M.K ile de görüşme yapmış, kendisi kaparo ve ilk kira bedeli olarak oğlumdan 5.500 tl talep etmiş.
Bu arada oğlum, kendi işini kendisi görmeyi öğrensin diye sürece hiç müdahil olmuyorum. Adam 5.500 tl hesaba eft yapılmasını, ama açıklama kısmını da üzerine basa basa boş bırakmasını istemiş. İş para ödemeye gelince sürece haliyle dahil oluyoruz, “oğluma evi görmeden tutulmaması gerektiğini öğütlüyorum, eft gönderirken açıklama kısmının boş bırakılması gerektiğini, sonrasında herhangi bir hak iddia edemeyeceğini söylüyorum. Ama oğlan bana itibar etmiyor, gördüğü evi kaçırmak istemiyor çünkü. Parayı hesaba açıklamasız gönderiliyor.
İki gün sonra 15 Ekim 2023 Pazar günü oğlum okuluna, Muş’a gidiyor. Ertesi gün gördüğü olay karşısında şok… Sitede gösterilen ev farklı, oğluma verilmek istenen ev farklı. Yani tabir yerindeyse sitede mercedes ilanı var, ama broadway satmaya çalışıyorlar. Bu tutarsızlık nedeniyle oğlum burayı tutmak istemiyor, görüşmeler yapıyor, oğluma ilanda olan evi de verebileceklerini söylüyorlar ama fiyat neredeyse iki kat… Bu durumda oğlum bana ev tutmaktan vazgeçtiğini, süreci de bana anlatarak söylüyor. Neticede ben oğlumun ev tutmasına izin vermemiş olsaydım durum farklı olacaktı, süreci yaşayarak kendisinin görmüş olması benim açımdan çok daha iyi oldu.
Neyse, iyi olmayan tarafı ne peki; ev sahibi M.K. oğluma paranın sadece bir kısmını iade etmiş. 1.500 lirasını kesmiş, cebe indirmiş. Kaparo ödeyerek evi tutmuş olduğu, ondan sonra gelen müşterilere evi gösteremediği, bundan dolayı zararının olduğundan hareketle bunu yaptığını söylemiş. Ama üzeri örtülmeye çalışılan ticari ahlaka sığmayan durumdan bahsedilmiyor. Neden mi, çünkü nasılsa para cepte, karşısındaki de öğrenci, elinde de hiçbir belge filan yok… Ne ala memleket… Bu nasıl bir insanlık dostlar. Öğrencinin parasını çalmak nasıl bir vicdansızlık. Sen o parayı nasıl cebine atarsın. Merak ediyorum, o para ile sen çoluğuna çocuğuna nasıl ekmek alırsın. Aldığın para neyin karşılığı. Gözünü toprak doyurasıca …. Başka dairenin görselini siteye koyup, “biz hep bu fotoğrafları kullanıyoruz” savunmasıyla sen kimi kandırıyorsun be insanoğlu!
Bu noktada sürece dahil oluyorum, ev sahibi olan M.K. ile yazışarak bağlantı kurmaya çalışıyorum, ancak telefonda bana telefon sahibi M.K. değil de süreci çok nezih güzel bir lisan ile özetleyen (eski meslektaş!) muhasebe müdürü çalışan olduğunu öğrendiğim B.D.‘ın cevap verdiğini anlıyorum. Yazışmaları ekran görüntüsü alıyorum, ses kayıtlarını da silme ihtimaline karşı kendime tekrar sms olarak atıyorum.
Birkaç gün geçiyor, bu yazıyı kaleme almadan, artık muhatabımın M.K. değil de, onun çalışanı B.D. olduğunu anladığım için, oğlumdan kestikleri parayı iade etmesini istiyorum. Ancak B.D. yaptıklarının ticarete uygun olduğunu ve dolaylı olarak para iadesi yapmayacaklarını söylüyor. Hay hay, konu kapanmıştır diyorum.
Sayın M.K. ve B.D., mesele para değil sakın yanlış anlamayın. Benim oğluma nasıl bir travma bıraktığınızın farkında mısınız? Sizden yediği o kazığı ömrü boyunca bütün doğu insanına mal edecek, bunu anlayabiliyor musunuz? Bu çocuk yarın öğretmen olup sizin beldenizde öğretmenlik yapacak, sizin çocuklarınıza, torunlarına hizmet edecek ya, ders anlatırken sizden yediği kazığı nasıl unutacak, nasıl objektif olabilecek, söyler misiniz? Ya Huu! öğrenciye zekat bile düşüyorken, siz bu çocuğun cebinden hak etmediğiniz o 1.500 lirayı nasıl alabiliyorsunuz?
İşlediğiniz cürmün etkisi sadece Muş’la sınırlı da değil. O yaptığınızı, Bursa’daki Muşlu kardeşlerime nasıl anlatayım? Onları da nasıl zor duruma bıraktığınızın farkında mısınız? Elbette ki bu yaptığınızı ben doğu insanına mal edecek kadar basit bir insan değilim. Çünkü artık sizi Muşlu ya da doğulu olarak görmüyorum. Doğu insanını çok iyi tanıyorum, doğu insanı mert olur, dürüst olur, yardımsever olur, yemez yedirir, kazık atmaz, fırsatçılık yapmaz, anlatabiliyor muyum? Doğu insanı ahlak yoksunu da değildir. Benim asıl derdim, oğluma bu yaşadığının münferit bir olay olduğunu, genele mal edilmemesi gerektiğini, aslında o insanların çok iyi insanlar olduğunu nasıl anlatacağım? Neticede çocuklar duyduğuna değil, yaşadığına inanıyorlar.
Öyle değil mi?