Milli Eğitim Bakanımız Sayın Ziya SELÇUK’un fırsat buldukça, bazen de sosyal medyadaki ısrarlı davetler neticesinde değişik illere gidip öğretmenlerle buluşması çok güzel bir şey. Her ne kadar bu buluşmalarda iletişim tek yönlü oluyorsa da, öğretmenlerin kendilerinden bildiği bir bakanla buluşması kayda değerdir. Bu buluşmalar doğru organize edilip sonuçları doğru okunduğunda, eğitimin dümeninde bulunan kişilere rota belirlemede sağlıklı ipuçları verecektir. Bu yüzden bu buluşmaların Bakan açısından bir fırsat ve planlı bir süreç olduğunu düşünmekteyim.
Tek yönlü iletişim dedim, dikkatinizi çekmiştir. Bir bakanın, genel müdürün, daire başkanının, ya da üst düzey bir yöneticinin bulunduğu ya da başkanlık ettiği bir toplantıda bir öğretmenin eğitimcinin söz isteyip, eğitimin aksayan yönlerini eleştirel bir bakışla dile getirmesi, üslup olarak doğru karşılanmıyor. Sorunun muhatabı, toplantının sabote edilmesi kaygısıyla hemen farklı bir role bürünebiliyor, etki yetki ve makamını kullanarak soru sahibine ince bir ayar verebiliyor.
Bunun yaşanmış çok örnekleri vardır. Eski müsteşarlarımızdan birinin, soru soran bir eğitimciyi onca kalabalığın önünde nasıl terslediğine bizzat şahidim. Önceki Milli Eğitim Bakanlarımızdan birine, daha küçük ölçekli bir toplantıda bir sendika şube başkanının yönelttiği sorular karşısında bakanın o yakışık almayan tutumu daha hafızalardan silinmedi. İşte bu ve benzeri sebeplerle veya kaygılarla eleştiri yapılamıyor, aksayan durumlar dile getirilemiyor ve maalesef planlanan süreç kontrol edilemiyor.
Aslında Sayın Bakan da bu buluşmalarda alandan veri toplamaya ya da bir nevi süreci kontrol etmeye ve akabinde alacağı önlemleri belirlemeye çalışmaktadır oysa. Bakanlığın sadece öğretmenler için oluşturduğu “Bir milyon fikir” portalının da bu bağlamda hayata geçirildiği kanaatini taşımaktayım.
Bir milyon fikir portalı ilk etapta çok isabetli bir uygulama gibi gelmişti bana. Çünkü, toplantılarda söylemekten çekinilen hususlar dile getirilecekti ve bu da eğitim süreçlerini planlamakta olanlara çok güzel geri bildirim sağlayacaktı. Bu sayede planlayıcılar gerekli önlemleri alabilecekti. Ancak binlerce öğretmenin, eğitimcinin o sisteme girip, dile getirdiklerinin fikir beyanından öte, aksayan yönlerle ilgili eleştiri okuna dönüşmesi, öngörülen bir şey değildi galiba. Zaten onca fikrin okunup tahlil edilmesi, işlenmesi buna bağlı önlemler alınması hiç de kolay olamazdı. Gelinen noktada çok öğretmenin “yazdıklarım zaten bir işe yaramıyor” düşüncesiyle artık oraya fikir yazmaktan vazgeçtiği anlaşılıyor.
Eğitim süreçlerini planlayanlar, uygulayıcılar olan öğretmenlerden uygulama süreci hakkında sağlıklı veri alamadığı taktirde işin doğruluğunu nasıl test edebilirler ki?
Yapılan planlamanın pratikte karşılığı olmuyorsa, bunu uygulamanın bir anlamı olmuyor işte. Çünkü öğretmenin, yani uygulayıcının içselleştirmediği bir uygulamanın başarıya ulaşması çok zordur. Ankara’dakilerle taşradaki eğitimcilerin aralarında varsa bir fikir uyuşmazlığı, temel nedeni budur aslında.
Eğitim planlamacısı olarak alanınızda ne kadar uzman olursanız olun, yaptığınız planlamanın uygulanması sürecinin aktörü konumundaki öğretmenin tespit ettiği verileri değerlendirmeye alıp sürece dahil etmelisiniz. Sonrasında Sayın Bakanımızın sıkça kullandığı tabirle, yeniden simülasyon çalışması yapıp tekrar uygulama şansı vermelisiniz.
Bu anlattığımız süreç tam olarak, W.Edwards Deming’in gündeme getirdiği ve TKY çalışmalarında sıkça karşılaştığımız puko döngüsü olarak bilinen “Planla”, “Uygula”, “Kontrol et” ve “Önlem al” süreçleridir.
Milli Eğitim Bakanlığı merkez ve taşra teşkilatı yöneticileri, eğitim politikalarında belirleyici rolü olanlar, bu puko döngüsünü çok sağlıklı bir şekilde çalıştırmalıdırlar. Planlama ve uygulamanın sağlıklı yapıldığını söyleyebiliriz. Fakat, kontrol süreci ve bununla bağlantılı olarak önlem alma sürecinin çok sağlıklı işlediğini maalesef göremiyoruz. Kontrol sürecini sağlıklı olarak yapılamaması doğru ve isabetli olmayan önlemler alınmasına sebebiyet verir. Bu da boşa zaman kaybıdır ve hedeften uzaklaştırır.
Öyleyse sağlıklı “kontrol” çalışmalarının yapılabilmesi için seçilmiş bir geri bildirim ekibi oluşturulmalıdır. Her öğretmenin cevaplama zorunluluğu olan anketler, çok sorulu olup istemsizce doldurulan anketler, amaca yönelik olmayan anketler, çok kısa bir zaman dilimiyle sınırlı anketler, vermek istenilen cevabın şıklarda bulamadığı anketler, istemediğiniz halde bir cevabı seçmek zorunda bırakıldığınız anketler… bütün bunların bu güne kadar sağlıklı veri oluşturamadığı görülmektedir.
Dolayısıyla alandan çok sağlıklı veri ve geri bildirim alınamadığının kabul edilmesi gerekmektedir. Oysa ki, sağlıklı bir kontrol mekanizması takımı oluşturulursa bu sorun çözülebilir. Yani Bakanlık planladığı bir süreçle ilgili uygulayıcıların tamamına anket uygulaması gerekmiyor. Uygulama sürecinde olup çok daha sağlıklı veri alabileceği kişilere anket uygulamalı. Bunun için önceden çalışmalı ve bir milyonluk eğitim ordusundan en doğru, en objektif ve en güvenilir geri bildirimler alabileceği homojen yapıda, göz bebeği bir kontrol grubu ya da örneklem takımıyla bu çalışmayı yürütmelidir.
Böylece il il dolaşıp alandan görüş toplamaya çalışmaya, uygulayıcıların düşüncelerini almak için elçiler göndermeye hiç gerek kalınmayacak, oluşturulan o seçilmiş örneklem grubu ile bu sorunu çözülebilecektir. Süreçte aksayan yönleri görülüp anında gerekli müdahale şansı bulunacak, zaman ve maddi kayıplar önlenecektir. Zaten öğrenen örgütler bu işi bu şekilde yapmaktadır.
Ancak bir örgüt, bir kurum ya da kişi eleştiriye kapalıysa, sadece kendi istediği geri bildirimleri duymak istiyor, duymak istediği şeyleri söyleyenleri etrafında görmek istiyor, diğer fikirlere kişilere tahammülü yoksa ve hep aynı sonuçları aldığı halde aynı şeyleri yapmaya devam ediyorsa işte o zaman maalesef yapacak fazla bir şey kalmıyor.
Bizim yaşadığımız durum inşallah bu değildir.