İnsanları barış huzur, güven, kardeşlik içinde bir arada yaşatmak, mutlu olmalarını sağlamak için indirilen din birilerinin dünyevi hırsları için kullandıkları meta haline gelerek asli yapısından uzaklaşıp uydurulan din haline gelince dünyayı cehenneme dönüştürür.
İslâm’ın asıl yapısından, toplumun dinden uzaklaşıp uzaklaşmadığını anlamak için önce Kur’an’ın istediği sosyal hayata, hak ve adalete, hukuka, insana, özgürlüğe, barışa, bütün canlılara, tabiata verdiği değere, toplumun, bireyin yaşadığı hayata bakmak gerekir.
Sonra da İslâm’ın egemen olduğu veya Müslümanlarca yönetildiği iddia edilen toplumlarda bu değerlerin nasıl algılandığına, toplumun, bireyin, yoksulların, yaşlıların, kadınların, çocukların, güçsüzlerin, çaresizlerin, hastaların, yetimlerin yaşadığı hayata, farklı düşünce ve inanç sahiplerinin durumuna, konumuna ve ülkeyi yönetenlerin, şeyhlerin, hocaların ve güç sahiplerinin yakınlarının yaşadığı hayata bakmak gerekir.
Ülkede adaletsizlik, güçlülerin, zenginlerin, makam sahiplerinin kurduğu kast sistemi, özellikle güçlüden yana oluşan haksızlıklar varsa, insanlar ekonomik ve sosyal olarak zor şartlar altında yaşıyorlar ve açlığa, yoksulluğa katlanılarak cennete gidileceği vaat ediliyorsa, din güçlülerin, otoritenin, şeyhlerin, hocaların, yobazların, bağnazların elinde oyuncak olmuş demektir.
Bu durumda o toplumda din yoktur, birilerinin kendi nefisleri için, kendi otoritelerini kurmak ve sürdürmek için uydurdukları bir yapı vardır.
İslâm’ın amacı; barışı, hak ve adaleti egemen kılmak, zayıfı, yoksulu, muhtacı, kimsesizi, güçsüzü korumak, güçlünün haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu barış, huzur ve refah içinde yaşayan bir toplum yaratmaktır.
İslâm’ın egemen olduğu toplumlarda dışlanma, ötekileştirme, şiddet, baskı, aşağılama, insanları kutsama, kula kul olma, bağnazlık, yobazlık gibi gayri dini ve gayri ahlâki sorunlar olmaz. İnsanlar korku ve tedirginlik içinde değil güven içinde yaşarlar.
İslâm toplumunda yaşama şekli ve yaşama hakkı konusunda insanlar arasında uçurum, kast sistemi benzeri dini, dünyevi kalburüstü tabakalar, kişiler olmaz.
İslâm; bilimi, hak ve adaleti esas alan, toplumun büyük çoğunluğunun refah içinde yaşadığı, en üstten en alta varlığın eşit olarak bölüşüldüğü bir toplum ister.
Bugün ülkemizde her dört kişiden birinin icralık olduğu, milyonlarca insanın yardıma muhtaç olduğu, dini, dünyevi güçlü olan belli bir kesim hariç neredeyse bütün toplumun zorluklar içinde yaşadığı düşünülürse İslâm’dan ve İslâm’ın istediği toplum yapısından ne kadar uzakta olduğumuz aşikârdır.
Özetle; İslâm yüzlerce milyon liraya mal olan, gösterişli ve içi boş camilerin, gösterişli binaların önünde dilenen, aç, yoksul, kimsesiz insanlardan oluşan bir toplum değil mütevazı ibadethanelerin içinde güvenle ibadet eden, evinde ve sokakta huzurlu, barış içinde yaşayan, karnı tok, sırtı pek bir toplum ister.