Sayın Sağlık Bakanımız, "Artık Şehir Hastanelerini Devlet Yapacak!" demiş!?.
Bugünlerde, "Şehir Hastaneleri" yine ülkemizin ve Rize'mizin gündeminde. Öyle kolay bitecek gibi de görünmüyor...
Baştan beri, hemen her platformda, pek çok yönüyle bu projelerin yanlış olduğunu söyledim durdum. Olmadı. Ülkemizin ve Rize'mizin siyasi büyükleri inadına bu yanlışa devam ettiler! Ama artık iş son raddeye, üstü kapatılamayacak, kapatılsa da kokusu engellenemeyecek noktaya geldi.
Ama sağlıktaki sorun kesinlikle sadece bu değil. Şehir hastaneleri yanlışı ancak esas yanlışın üzerine tüy dikti o kadar! Yani, Sayın Bakanımız Fahrettin Koca'nın dediği gibi şehir hastanelerinin bundan böyle devlet bütçesiyle yaptırılmasıyla çözülebilecek olmanın çok ötesinde bu mesele...
Bu yazımda, yeni bir şey söylemeyeceğim; sizlere, tam 10 yıl önceki bir makalemi ve bir de Ayet-i Kerime hatırlatacağım.
Önce o ayet; Hud 51: Ey kavmim, buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Ücretim beni yaratana aittir. Akıl etmez misiniz?
Bu da mezkur makale. Yorumsuz sunuyorum:
Prof.Dr. Şaban Şİmşek
10 Ekim 2009 Vakitli Yazılar/ Madimagazin
Doktorlar yeni sağlık politikalarıyla, içine düştükleri sarmaldan fena halde rahatsız. Geleceğe bakışları tek kelime ile “karamsar”. Özellikle etkilenenler; kariyer anlamında mesleğinin üst seviyelerine çıkmış olanlar ile belli bir yaşı aşmış olanlar, yani emekliliği yaklaşanlar… Bu arada, ağabeylerinin bu hal-i pür melalinden kendi geleceklerini okuyabilen ve endişeye kapılan genç hekimleri de unutmamak gerek.
Bu durumda; meslekte otuz yılını doldurmuş, kariyerinde unvan olarak son noktaya gelmiş ve daha önemlisi şimdiki sistemin oluşmasında şu yada bu şekilde katkıda bulunmuş, dolayısıyla sevabına da günahına da belli ölçüde ortak olmuş bir insan olarak bize düşen; sorunu ortaya koymak, söylemde kalma ihtimali yüksek olsa da bazı noktaları dile getirmek.
Elbette, Dadaloğlu gibi;
Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahınsa dağlar bizimdir
diyecek halimiz yok, nihayet, bu işleri yapanlar padişah değil bizler de Dadaloğlu. Ama bütün bunlar olurken, hiçbir şey yapmadan oturacak da değiliz, susamayız! Zira, “Haksızlık karşısında susmanın dilsiz şeytanlık” olduğuna inananlardanız. “Haksızlık nerede?” diye soracak olanlara vereceğimiz cevap; “mesleğe ve meslektaşa yapılanlarda” olacaktır.
Sistemin mesleğe ve meslektaşa getirdiği
İki üç yıldır hemen her toplantıda dostlar soruyor; “Ne oluyor, Allah aşkına bu Bakanlık ne yapıyor, ‘tam gün’ gelecek mi, gelecekse ne getirecek, vazgeçme durumları olur mu, özeldeki bu kısıtlamalar kalkar mı, bütün bu yapılanlar ne manaya geliyor?..” filan diye… Hatta bizzat sorumlusu benmişim gibi “Yukarda neler yapıyorsunuz kardeşim” diye sitem eden, hesap soranlar da var!!!
Konuşmaların devamı ise genellikle şöyle oluyor:
- Bakın, sadece bu sonuncusuna cevap vereyim isterseniz!
- Niye? Niçin sadece sonuncusu?
- Diğerleri; yapılanlar, uygulananlar veya taslak halinde olanlar vs. Yani herkesin yaşadığı, konuştuğu, bildiği ya da öğrenebileceği şeyler. Ayrıca, bu konuda konuştuklarım, nedense, değişik kesimlerce birilerini savunmak ya da yermek şeklinde algılanıyor. Oysa ben “neyse o” nu söylüyorum. Ne kimseyle kişisel bir derdim var ne de siyasi bir hesabım. Bir derdimiz varsa o da hizmetin yürütülmesiyle ilgilidir, yani sistemle… Zaten konuşulanların faydası da olmuyor, yani yapanlar yapacaklarını yapıyor, bize de “aykırı, muhalif, oyun bozan” kişi olmak durumları kalıyor!.. Bu da hoş olmuyor tabii. O bakımdan onlardan bahsetmeyeceğim. Ama yapılanlar ne manaya geliyor diyorsanız söyleyeyim:
- Memnun oluruz.
- Peki!.. Bakınız bu yapılanlarla:
1) Doktorluk sanat olmaktan çıkarıldı,
2) Doktorlar (pratik anlamda) serbest meslek erbabı olmaktan uzaklaştırıldı,
3) Doktorlar ve doktorluk sermayeye paspas edildi.
- Diğerlerini anladık da, doktorluk sanat olmaktan nasıl çıkarılmış oluyor?
- Size bunu, yani sanat olmaktan çıkarılan doktorluğu sanatsal bir dille anlatmaya çalışayım!..
Şimdi, bir bakan, mesela bir Kültür Bakanı(!), memleketteki ressamları çağırıyor, aralarında gerçekten iyi ressamlar da var; Picasso gibi filan. Ve sesleniyor; “Heyy! Sayın Picasso, gel bakalım buraya. Sen bugün kaç tablo yaptın?” Picasso cevap veriyor: “Sayın Bakan! Af edersiniz ama ben öyle her gün tablo yapan bir adam değilim. Aslında tembel de sayılmam, nasıl anlatsam?!.. Yani, farklı bir şey bu; adına ‘sanat’ diyorlar. Esin geldiği zaman çalışır tablomu yaparım; bazen yarıda bırakırım, bazen de günlerce çalıştığım. Tablo, tamamlandığında, bazıları ‘bu da ne, bir iki çizik atılmış’ diye yorumlasa da, sanattan anlayanlar kıymetini bilir. Satın almak için servet ödeyenler bile vardır.” Sayın Bakan Picasso’nun bu tavrından hiç hoşlanmaz, hatta biraz da ukalaca bulur. Kaşlarını çatar ve “Yeter Picasso, tamam! Anlaşıldı, sen gidebilirsin” der.
Sayın Bakan, yılmaz, kararlılığını sürdürür, kafasındaki ressamı aramaya devam eder. Gruptan, gözüne kestirdiği birine seslenir: “Heyy! Sayın ressam; sen gel!.. Söyle, bakalım bugün kaç tablo yaptın?” İsimsiz ressam takdir edileceğinden emin, komutanına tekmil veren bir asker edasıyla cevabını verir: “Efendim, sabah saat tam sekizde işe başladım. Biliyorsunuz bizim meslekte öğlen arası yoktur, yani nonstop çalıştım ve tam 3 tane büyük, 6 tane orta, 8 tane de küçük tablo yaptım”. Bakan, bu isimsiz ressamın cevabından pek memnun kalır, dahası saygılı, gösterişsiz, mazlum hali filan da çok hoşuna gider; “Aferin sana usta, bu yüksek performansının karşılığı olarak şu parayı hak ettin, güle güle harca, aradığım ressam sensin” der.
...İşte böyle bir şeydir dostum, doktorluğun sanat olmaktan çıkarılması. Yani, doktorun mekanik, biteviye işler yapan bir teknisyen düzeyine düşürülmesi, doktorluğun da sanayi üretimindeki bant sistemine dönüştürülmesi... Bilmem anlatabildim mi?
Sistem geri döner mi?
- Anladım. Peki sistem geri döner mi? Böyle bir şans var mı?
- Zor.
- Ne kadar zor?
- Valla çok zor.
- Yani?
- Yani, sistem kökünden değiştirildi. Hadi bu neyse; kanunla, mevzuatla eskiyi geri getirebilirsiniz, nihayet siyasi iradeye bağlı bir şey bu. Ama artık kolay değiştiremeyeceğiniz başka şeyler var, kötü olanlar onlar.
- Nedir onlar?
- Mesela; akıllara yerleşen-yerleştirilen “sağlık hizmeti alma” anlayışı. İnsanlar, artık her doktora, her hastaneye, yedi gün-yirmi dört saat keyfi istediği anda ulaşmak ve hiçbir karşılık vermeden bütün bu hizmetleri almak istiyorlar, bedavaya!!! Sonuç olarak, on beş milyon kişinin hiç ödemediği, geri kalanının da ne şekilde ödediğini sosyal güvenlik kurumlarının daha iyi bildiği(!) bir prim karşılığında sınırsız hizmet isteniyor!.. Dünya’da böyle bir sistem yok, devr-i daim makinesi mi bu?.. Bu değirmenin suyu nereden gelecek, Sistem böyle nasıl yürüyecek?
Eskiden insanların “yastık altı” diye bir kaynağı vardı; cenaze parası, doktor parası, çocukların düğün parası vs. orada saklanır, büyükler “onlara sakın dokunmayın” derdi... İşte şimdi bu yok, artık kimse hastalık için bir bütçe ayırmıyor, diğerleri için de. Devletin, sağlık hizmetini zaten vermek zorunda olduğunu var sayıyor insanlar. Aslında bu yaklaşım, düz mantıkla yanlış da değil. Yanlış olan bu bedava hizmette, bütün yükün doktorun, sağlıkçının sırtına bindirilmesi!..
Sonuç olarak
Evet, sonuç olarak, ucuz etin yahnisi olmuyor dostlar. Dünya’nın en kadim mesleklerinden biri olan hekimlik, ülkemizde hiç de iyiye gitmiyor. Bu meslek, sadece ve sadece bir kuşakta, inanılmaz derecede statü kaybetti… Artık birilerinin bunu görmesi lazım, bir şeyler olması lazım!.. Olacaktır da!.. Ama bu bizlere ne kazandırır, işte onu bilemiyorum.
- Açık konuşmuyorsun!
- Valla daha açık nasıl konuşayım? Biz Karadenizliler keyifli olduğumuzda ya da sıkıştığımızda, duruma uygun bir fıkra anlatır, işin içinden çıkarız… Şimdi, keyifli değilim, kendimi o kadar sıkışmış hissetmiyorum yani, özür dilerim fıkra anlatamayacağım. Ama istersen durumu sana, bölgedeki veciz bir “atma türkü” ile özetleyeyim:
Öküz kesti bağıni
Aşti Silan dağini
Yürü arkadan yürü
Tutarsun ...