Elden Kayıp Gitmekte Olan Sağlık!
(Geçen haftadan devamla)
İkinci fotoğraf, tatil dönüşü İstanbul'dan...
- Hocam, müsait olunca biraz görüşebilir miyiz?
- Elbette, doktor hanım. Ne demek; sen benim klinikteki değişmeyen vekilimsin!
- (Oldukça üzgün bir yüz ifadesi ve ses tonuyla) Sağ olun Hocam.
Konuştuğum kişi çok iyi yetişmiş, göz hastalıkları plastik cerrahisinde uzmanlaşmış, yerinin doldurulması çok zor, üstelik çok da iyi bir insan olan kliniğimdeki bir doçent arkadaş idi...
Ayrılmak istediğini hemen anlamıştım! Zira daha önce de niyetine koymuş ve bana açıklamaya çalışmıştı ama yaklaşık iki yıldır onu dışarıya kaptırmadan klinikte, yani kamuda tutmayı başarabilmiştim.
Düşüncelerini ve içinde bulunduğu halet-i ruhiyeyi anlattıktan sonra sordu;
- Hocam siz ne dersiniz?
- Valla (...cim), ne diyeyim!? Madem öyle... Yani şu an kızını, evlendirmek üzere ana-baba evinden yolcu eden baba durumunda hissediyorum kendimi...
Bir süre bir şey konuşamadım. Ona "git" ya da "gitme", nasıl diyebilirdim ki!? Sonunda şu cümleler döküldü dudaklarımdan; "Allah yolunu açık etsin, bahtiyar bir ömür süresin İnşallah. Kapımız, ben burada olduğum sürece her zaman sana açıktır."
Üzüntüm katlanmıştı. Zira üç ay önce yine ayni niteliklerde bir pediatrik oftalmolog doçentimi, sırf Sağlık Bilimleri Üniversitesi bünyesinde profesörlük kadrosu verilmediği için (yıllardır verilmedi, şimdi ise Sağlık Bakanlığı ile üniversite arasındaki anlaşmazlıklardan dolayı verilemiyor zaten!) kaybetmiştim.
Bu arada bir de şaşılıkta uzmanlaşmış arkadaşımız vardı. O da "bu şartlarda çalışılmaz. Artık yoruldum." diyerek emeklilik dilekçesini vermişti, işlemleri bitince ayrılacak!
Kliniğim adına, milletim adına, devletim adına ben nasıl üzülmeyeyim ki? Ve kendi adıma da tabi ki! Yani ben şimdi onların yerini nasıl dolduracağım? Klinik şefi olarak, bu durumda, Anadolu'dan süzülüp gelen onca zor hastaların üstesinden nasıl geleceğim?
Sistemdeki Temel Sorunlar:
İş yükünü taşınmaz boyutlara getiren performans uygulaması ve hizmet sunumundaki diğer zorlamalarla hekimin-sağlıkçının adeta boğazının sıkılması, hekimliğin pratik anlamda sanat ve serbest meslek olmaktan çıkarılarak sermayeye paspas edilmesi, bu bağlamda bir anlamda kapitalist sisteme geçilmiş olması, bütün bunların sonucunda ve darbeci general bozuntusu Kenan Evren'den başlayıp ardından gelen üst idarecilerce de bugüne kadar ısrarla ve kadirbilmezlikle sürdürülen doktoru-sağlıkçıyı itibarsızlaştıran açıklama ve politikalarla insanların sağlık hizmeti almadaki anlayış ve beklentilerinin değişmesi...
Sıkıştırmalar,horgörmeler, mobingler, şikayetler, soruşturmalar, cezalar...
Ve bütün bunların neticesinde de uzmanlık eğitiminde riskli dalların tercihinden kaçınılması, aile hekimliği sistemi beslenirken gereği kadar asistanlık kadrosu oluşturulamaması ile sayısal anlamda da yeterince uzman yetiştirilememesi...
İdari Baskılar Ve Yönetme Sanatındaki Yetersizlikler:
Her şeyi sayılardan ibaret gören bir sistem ve yönetim anlayışı içerisinde yukarıdan gelen emirleri, mevcut şartlar ve fizibilite gözetilmeden, sıkıntılı yanları mümkün olduğunca çözülmeden-şartlara uygun hale getirilmeden sanki muharebe sahasında alınan komutanlık emriymiş gibi aynen uygulanmaya kalkışılması...
Olmayacak işlerin bile dakikasında, hekimin fikri alınmadan, onunla herhangi bir iş birliği yoluna gidilmeden, hulasa adam yerine konmadan baskı ile yapılmaya kalkışılması...
İdarecinin kendini çalışanın (öğretim üyesi, doktor, memur, hizmetli her kimse) sahibi gibi görme anlayışı...
Sağlık Bilimleri Üniversitesi:
Kuruluş amacıyla hiç de bağdaşmayan uygulamalarla kliniklerdeki az yada çok var olan huzurun da kaybolmasına, yapılan kadro haksızlıklarıyla mevcut doktorların küsmesine ve sistemdeki mezkur temel sorunlarla birlikte kamu hizmetinden ayrılmasına sebep olması ve olmaya devam etmesi...
Ayrıca üniversiteni evrensel anlayıştan tamamen uzak bir şekilde Sağlık Bakanlığının belirleyici ve kapsayıcı uygulamaları altında (mütevelli heyet, kadroların Bakanlığın talebi üzerine açılabilir olması, başhekimlerin öğretim üyelerini görevlendirmesi-klinik idareciliğine atama yetkisi...) ne idüğü belirsiz bir yapılanmaya dönüşerek öğretim üyeliğinin saygınlığına gölge düşürmesi... Öğretim üyelerinin özlük hakları ve akademik özgürlüklerine yeterince bir iyilik getirememesi...
Şehir Hastaneleri:
Ekonomik anlamda, işletmecilik anlamında, çalışma kolaylığı ve verimlilik anlamında maalesef kötü yatırımlar...
Uzun uzun yazmayacağım, daha önce çok anlattım, yazdım. Merak edenler okusun ya da gitsin bu hastanelerde bir muayene olsun, röntgen çektirsin, ameliyat hazırlığı yaptırsın, servisine, polikliniğine, doktoruna ulaşmaya çalışsın!.. Bu arada bir de doktor, hemşireye, diğer personele sorsun, ne halde olduklarını. Şehir hastanelerinde görev yapmadaki memnuniyet oranlarını belirlemeye çalışsın!
Ben bir tek örnek vereyim; Ankara Bilkent Şehir Hastanesi çalışacak göz doktoru bulamadığı için, yani orada kimse çalışmak istemediği için uzman hekim tayın skalsında "D-Grubu"na düşürüldü. Bu şu demek? Başkentimiz Ankara'da, kendimizin, çocuğumuzun, hatta torunumuzun kredi kartından milyar-milyar lira vererek yaptığımız devasa AVM hastaneye Rize, Bingöl, Ağrı ile aynı puana sahip doktorlar gelsin demek!.. Peki, ya bu ne demek? O da şu demek: Siz derdinize yaşadığınız yerde çare bulamayıp Ankara'ya sevk olduğunuzda, orada puanı, tecrübesi, titri daha yüksek olan doktorlara değil o konuda yan dal uzmanlığı henüz olmayan genç hekimlere tedavi olacaksınız!!!
Ben bunları burada açık yüreklilikle ve cesaretle dile getiriyorum. "Sayın Bakan duyar mı? Sayın YÖK mensupları duyar mı? Sayın Cumhurbaşkanımız duyar mi? Milletimiz duyar mı? Ya da duyup da kulak asan olur mu?" onu bilemem.
Ben üzerime düşeni yaptım, yapıyorum. Malum, kuraldır; herkes kendi bacağından asılır!