"Save our sours"... Kelimesi kelimesine tercümesi her ne kadar "ruhumuzu kurtarın" şeklinde olsa da bunun "Mors Alfabesi"ndeki yazılım özelliklerinden kaynaklanan sebeple (-üç çizgi, üç nokta, üç çizgi- şeklinde yani kolay akılda tutulabileceği için) öyle yazıldığını ve aslında "canımızı kurtarın" manasına geldiğini ve "İmdat çağrısı" olduğunu bilenler bilir. Bunu "Save our Ship" (gemimizi kurtarın) diye açıklayanlar da vardır.
Evet, mezkur çağrı böyledir ama ben burada "S.O.S." değil "S.Y.S." diyeceğim, çünkü "save our sours" değil "save your sours" demek istiyorum. Yani millete hitaben, dediklerimi dinleyin de bir şeyler yapın ve "canınızı kurtarın!" diyorum!
Neden mi? Hemen söyleyeyim; Ey millet sağlık sistemi için için çöküyor!!! Şimdi bazılarınız "canım -için için yanmak- olur da -için için çökmek- de ne oluyor?" diyecektir biliyorum... Haklısınız, yaşayan Türkçeye de pek uymuyor, ama doğrusu bu maalesef. Hadi açıklamamızı yine sağlıkla ilgili bir deyimle pekiştirelim; "kol kırılıyor, kollar kırılıyor ama hep yen içinde kalıyor!" O kollar, o gönüller, o canlar kaldıkları o yen içinde sıkışıyor da sıkışıyor, tutuşuyor da tutuşuyor, yanıyor da yanıyor! Ve yanan her nesnede olduğu gibi, dışarıdan duyulmayan seslerle çatır çatır çöküyor!..
Uzun uzun anlatmayacağım, zira artık "on yıllardır" diyebileceğim bir süredir hemen her şeyi söyledik, yazdık ve hatta kitaplaştırdık. Bu sağlık uygulamalarının daha ilk günlerinde "Tam Gün Yasası mı Tam Güm Yasası mı" adıyla on tane makale bile yazdım... Ama heyhat ne hizmeti verecek idarecilerde ne de hizmeti alacak millette herhangi bir tesir olmadı. Dolayısıyla "Şimdi ne diye zaman harcayayım ve yine KDV benzeri bir takım geri dönüşler alayım" de diyebilirdim ama artık bıçak kemiğe dayanmış da değil, iliğine işlemiş vaziyette... Eeh, bu durumda "S.Y.S." demek, yani "canınızı kurtarın" uyarısı yapmak da son insani vazifemiz olsa gerektir. Bu noktada da bir şey söylemezsek ötesi zaten "R.E.F", yani "Ruhuna El-Fatiha" olacak ancak!.. "Ölmüş adamın canına Fatiha okumak onu ne kadar sağlıklı yapar?.." sorunsalının cevabını da son zamanlarda yüksek makamlardaki sayıları geometrik hızla artan sayın ilahiyatçı idareciler versin artık!
Son yirmi yıldır belki de ilk defa iki hafta (bayram tatiliyle karışık) hastanemden ve kliniğimden uzak kaldım. Şimdi size biri bu izin sırasında biri de izin sonrasındaki ilk çalışma gününde karşılaştığım iki fotoğraf sunacağım. Bunlar, anlama kapasitesi olan ve de anlamak isteyenler için her şeyi anlatmaya yeterlidir sanıyorum.
Birincisi Rize'den bir fotoğraf.
Ailecek, Batum gezisi dönüşü açız... Karnımızı doyurmak için deniz kenarında, "hatırası da kalsın" diye düşündüğümüz güzel bir yer seçiyoruz...
Daha masaya oturmadan bitişiğimizdeki masada oturan insanlar ayağa kalkıyor ve "Hocam sizi Allah gönderdi" diyor!?. "Kim bunlar" diye dikkatle baktığımda tıp fakültesinden bir anabilim dalının eğitim-öğretim ekibi olduklarını anlıyorum. Bir veda yemeği sebebiyle orada idiler.
Gençleri tanıştırdıklarında, birinin aslında daha yeni Kadın Doğum Hastalıkları uzmanı olduğunu ama mesleğini icra etmekten imtina ederek, hasta ve yakınlarıyla ve de sistemle teması olmayan bir dal olan (...) seçtiğini, bu amaçla tekrar sınava girerek kendilerinin asistanı olduğunu söyledi tanıdığım o hocalardan biri!!! Oysa bundan on beş-yirmi yıl kadar önce kadın doğrum ihtisasını kazanmak aslanın ağzında olan bir nimetti. Onu kazanabilmek için yıllarca çalışmak, çok yüksek puanlar almak gerekiyordu!..
Şimdi ne demektir bu? Sadece beş on sene sonra kaliteli kadın doğum uzmanı bulunamayacak demektir. Tabii benzeri branşlar için de, mesela beyin cerrahisi, kalp cerrahisi, hatta genel cerrah!.. Peki bu neye işaret ediyor? Uygulanan sağlık sisteminin çöktüğüne... Dahasını yazmıyorum, ötesini, berisini, gerisini, ilerisini biraz da siz düşünün! Ya da azıcık zahmet edin de önceden yazdıklarıma, konuştuklarıma bakın veya tanıdığınız, inandığınız, güvendiğiniz meslek mensuplarını dinleyin.
Peki veda yemeği verilen profesör hoca niye gidiyordu? Öyle ya, hoca bulunması çok zor olan bir dalda profesördü ve de uzun yıllardır öğrencilerine, Rize'ye hizmet ediyordu!.. Ne olmuştu da gitme kararı almıştı?...
Kendisi efendiliğinden bir şey söylemek istemedi ama başkalarından öğrendim ki ayrılışını fişekleyen asıl sebep, daha önce kulağıma gelip de "dedikodu" diye dikkate almadığım meseleydi: Dekanlık binasının bahçesinde (aynı zamanda o anabilim dalının da bahçesidir) bir ya da bir kaç köpeğe et vermek, beslemek, sevmek!!? Ve tabii ardından gelen uyarılar, rencide edici, gönül kırıcı idari davranışlar ve belki bilmediğim daha başka şeyler, gelişmeler... Güler misin, ağlar mısın?!.
Peki bu ne demektir?.. Valla ben yorumlamayayım siz karar verin. Ne de olsa oranın patronu Sayın Cumhurbaşkanımızın, hem de ikinci kez seçip atadığı kişidir; yani üstüne, altına, yanına, yandaşına filan laf edilemez!!! Zira fanatiklerin anlayışı odur ki o zaman Sayın Cumhurbaşkanının manevi şahsiyetine halel getirmiş oluruz!!! Ama bunun neye işaret ettiğini söylemeden de geçmeyeyim; idare etme sanatının baştan aşağı yerlerde süründüğüne. Dahasını, yani öğrenciye, tıp fakültesine, üniversiteye ve Rize'ye ne getirip götürdüğünü siz düşünün!
İkinci fotoğraf İstanbul'dan. O da sistemin genelde nasıl çöktüğünü anlatıyor.
Başlıklar halinde sebeplerini sıralayacağım; ders alınır alınmaz bilemem!.. Haftaya İnşallah.