Evet… Yine “EKİM-KASIM” Kış Taşkın Periyodunu, acılarla, ‘’Temel Fıkraları’’ ile üzüntülerle geçirdik. ‘’MAYIS-HAZİRAN” Yaz Taşkın Periyoduna girdik. Geçmiş acılar, ahlar, vahlar unutulmaya başlandı. Hep aynı hikâye…
1990 Trabzon ve Söğütlü taşkınlarında tam 56 can kabı verdik.
Bu felaketin 29. yılında, bu sefer, Araklı taşkını meydana geldi. Ve 7 can kaybımız var. Kayıplarımız da 3.
Son yıllarda, yaşadığımız ‘’Su ve Enerji Çağı’’nda, ‘’Küresel İklim Değişikliği’’nden sıkça söz edilmektedir. Gerçekten de, bu kapsamda, en önemli faktör olan ‘’SU’’ gündemimizi oluşturuyor. Bugüne kadar, su potansiyelimizin varlığı dolayısıyla, suyumuzu, bir yandan hoyratça kullanırken, diğer yandan alabildiğine kirlettik, içme suyu şebekelerimizde ve sulama şebekelerindeki kayıpları görmezlikten geldik, umursamadık.
Alışıla geldiği gibi, günlük politikalarla, günümüzü kurtarmaya çalıştık. Orta ve uzun vadeli planlarımız, bilimsel su yönetimimiz olmadı. Şu anda, su sorunu, bütün dünya ülkeleri kapısına geldi dayandı. Bunu biz de yakından hissetmeye başladık.
Yıllık 186 milyar metreküp brüt yüzeysel su potansiyelimizin, bazı kesimlere göre 110 milyar metreküp, bazı araştırmacılara göre 120 milyar metreküp, bana göre, suyun bir damlasının bile öneminin arttığı günümüzde, 150 milyar metreküp kullanılabilir kısmının, içme-kullanma-sulama-enerji üretiminde, maalesef sadece 35’ini kullanmakta, kullandığımızın da 70’inin kaybolduğu, geri kalanı denizlerimize veya komşu ülkelere doğru akıp gitmektedir.
1960’lı yıllarda, Sibirya petrol rezervleri, piyasalardaki varili 10 USD iken, işletilmezken, daha sonraları varili 30 USD’a çıkınca nasıl ki işletilmeye başlandı, suyumuz da böyledir.
Yaşadığımız şu dünyada, petrol mü su mu? Sorusu sorulduğunda, elbet de su cevabı geçerlidir. Petrol ülkesi olan Cezayir’de, bir litre su, üç litre benzin fiyatında iken, bizim ülkemizde, üç litre benzin için yaklaşık 50 litre su parası ödüyoruz. Görülüyor ki, artık suyumuzun kıymetini bilelim.
Çok yakında, nasıl ki petrol boru hatları gündemdedir, su boru hatları neden gündeme girmesin?
Mevcut su potansiyelimiz dolayısıyla, suyumuz fazla mı az mı?
Yılda, kişi başı 1250 m3 dünya ortalaması civarında, Afrika ülkeleri yukarısındayız. Su zengini sayılamayız. Ancak, mevcut su potansiyelimizi, akılcı politikalarla, yönetimini gerçekleştirmeli, çok az kirleterek, kayıpları en aza indirerek kullanmalıyız. En kısa zamanda, kalıcı bir ‘’Su Politikaları Yasası’’ düzenlenmeli ve bir an evvel uygulamaya sokulmalıdır.
Bir yandan, su potansiyelimizi, rantabl olarak, ihtiyaçlara yönlendiremezken, diğer yandan, suyun zararlarında telef oluyoruz.
İşte, ‘’MAYIS-HAZİRAN yaz taşkın periyodu kapımıza dayandı. Kar yağışlı bir kış mevsimi geçirdik. Toprak tamamen karla kaplı ve suya doygun vaziyette. Şu günlerde aniden artan hava sıcaklığına bağlı olarak, kar erimesi başladı, hızını arttırdı. Arkasından beklenen şiddetli bahar yağmurları da eklenince, yer altına sızamayan suların, neredeyse tamamı akışa geçecek ve istenmeyen taşkınları oluşturacak.
Olaya biraz değişik açıdan ve basitleştirerek bakacak olursak,
“TEŞHİS-REÇETE-TEDAVİ” şeklinde inceleyebiliriz. Olayın teşhisi etabında, bilimsel olarak, hastalığın ne olduğunu biliyoruz. Bir kere, su ile ilgili afetlere çözüm aramak için, bölgenin çok yerel olarak, 1/5000 ölçekli sel, taşkın, heyelan risk haritalarının, hiç zaman kaybedilmeden çıkarılmaya başlanması gerekir. Zaman zaman bazı kesimlerde, 1/25000 ölçekli haritaların çıkarıldığından söz edilmektedir. Bu haritalar, Gündoğdu heyelan ve sellerinin meydana geldiği mesafe yaklaşık olarak 3 km. olarak alırsak, bu mesafe, 1/25000 ölçekli haritada sadece 12 cm. olarak gözükür ve bu da bize sadece istikşafi (genel) bir bilgi verir; detayını göremeyiz. Zira Doğu Karadeniz Bölgemiz bir Konya Ovası değildir, bazen her 100 metrede bile alabildiğine değişen hidrolojik koşullar göze çarpmaktadır. Onun için çok yerel olarak bölge özelliklerini verecek, özellikle yerleşim yerlerinin 1/5000 ölçekli, taşkın, sel ve heyelan risk haritalarının elde edilmesi kaçınılmazdır.
Uzun yıllar söyledik, ısrarla söylemeye devam ediyorum. Bir yandan suyun fazlasının yarattığı zararları en aza indirmek, faydalarından azami şekilde yararlanmak için, bir an evvel, bilim adamları, uygulamacı kurumlar, iş adamları, bölge halkımız, sivil toplum örgütleri ile birlikte, “BÖLGESEL SU KONSEYİ”ni oluşturup, artık, günlük konuşmalardan, bilimin gösterdiği gibi, orta ve uzun vadeli çözümleri tartışılmasına, ’Temel Fıkrası’’ üretmek yerine “SUYU YÖNETME” etabına geçmeliyiz.
Yoksa her taşkın afetinin arkasından, ‘’Kriz Komiteleri’’ oluşturup, ‘’Sarı Çizmeleri’’ giyerek, önümüze de, bütün basını, televizyon kameralarını alarak, akarsu havzalarına inip, turlamak bana, ister istemez, ne kadar da ‘’Temel Fıkraları’’nı hatırlatıyor. Hâlbuki bunun yerine, taşkın felaketleri gelmeden, adeta ‘’Hırsız Eve Girmeden’’, ‘’Risk Yönetimleri’’ni oluşturup, kısa-orta-uzun vadeli çözümler aramak, su biliminin önerdiği asıl ve mantıklı yoldur.