Başkent Üniversitesi, reklamını yapmasa da, Vakıf-Özel Üniversiteler arasında, en başarılı bilim yuvasıdır. Zaten marka ve iyi şeylerin reklamı yapılmaz..
Başkent Üniversitesi, 26.Yıl başarısını ve onurunu yaşıyor.. Kurucu Rektör Prof.Dr.Mehmet Haberal başta olmak üzere, Rektör Prof.Dr. Ali Haberal ve ekibini yürekten kutluyoruz..
Tam bir yıl öncesi idi. İletişim Fakültesi Dekanı Prof.Dr.Özcan Yağcı tarafından “Medya Buluşmaları” başlığı adı altında düzenlenen “Anadolu’da Bir Başarı Öyküsü “ başlıklı panele katılmıştık.
Prof.Dr.Lütfi Doğan Tılıç, Moderatörlüğünda yapılan “Medya buluşması” toplantısında, Kars’ta, Tarım ve Hayvancılık alanında mucize yaratan İlhan Koçulu ile Fatih Tasarı’nın; inanılmaz başarılarını dinlemiştik.
*
Kars Boğatepe Çevre ve Yaşam Derneği’nin 2000’li yıllardın başında doğa ve toplumsal varlıklar üzerinden, köy yaşamını destekleme projeleri ile gösterdiği başarıları, bir kuruluş Savaşı niteliğindedir.
Kırsaldaki yalnızlığın ve büyük kentlerin çekiciliğinin yarattığı göçü engellemek, yerel potansiyeller üzerinden toplumsal bilinç ve farkındalık yaratmak, geleneğe sahiplenmek ve aidiyet duygularını geliştirmek amacıyla kurulan bu dernek:
Yerel tohumların ekiminin yaygınlaştırılması, örtü altı yeşillik ve sebze yetiştiriciliğin desteklenmesi, yenilebilir, aromatik, şifalı ve sus bitkilerin yetiştiriciliği toplanması, kurutulması, muhafazası yapılması, yöresel-yerli hayvancılığı geliştirmek, dayanışma turizmimin gelişimini sağlamak gibi önemli misyonları var.
*
32 çeşit peynirciliği, yöresel hayvancılık, organik tarımı ve turizm ile Kars, dünyaya örnek bir ilimiz oldu. Göç veren ilimiz, göç alan ilimiz oldu..
Tarım Bakanı Bekir Pakdemirli’den ricamızdır. Kars’taki bu örnek uygulamayı bütün illerde uygulamaya koysun. Türkiye, Tarımda ve Hayvancılıkta; eskiden olduğu gibi Dünyada 7.Ülkesi olur, Samani ithal eden değil, ihraç eden ülke konumuna gelir..
Bu günlerde yaşadığımız korona virüsü, dünyayı kasıp kavuruyor. Ve hiçbir şey eskisi gibi olamayacak. Böyle devam ederse “Paranın para etmeyeceği…” döneme giriyoruz.
Bu nedenle üretim şart. Üretmeyen toplumlar aç kalmaya mahkumdur.Her aile kendi imkanları ile birkaç komşusuna bakabilecek kadar tarım ve hayvancılıkla uğraşmalı..
Aksi halde durum kötüye gidiyor..
Üretmeyen aç kalacak..
Sevgili okurlarım; 45 yıl öncesini hatırlarım. (Sadece bir örnek). Benim ilçem olan Rize-Ardeşen dahil bütün ilçeler ve köylerdeki durum aynı idi.
Köyde yaşayanların yüzde doksanı tarım ve hayvancılıkla uğraşırlardı.
350 hanelik Kaçkar yaylamızda (Sırt yaylası) yaşayan her aile hayvancılık yapardı.. Mezra ve köylerde keza öyleydi. Büyük ve küçükbaş hayvancılık yapılırdı.. İthal değil, yerli malı, Türk’ün malı hayvanlardı bunlar.
Devlet desteği falan da yoktu. Her aile kendi imkânları ile yapardı. Kendi etini, sütünü yapar, tarımını eker biçerdi. Tohumlarımız yüzyıllara dayanan organikti.
Şehirden sadece şeker-tuz-un-sabun gibi temel gıda maddeler alınırdı.
Şimdi köylerde, şehirleşti. Tarım ve hayvancılık yapan tek aile bile kalmadı. Köylere ekmek ve dondurma bile sahilden gidiyor.
*
Mısır tarlalarımız olurdu. Bahçemizde lahana, fasulye, patates ve meyve sebze yetişirdi.
Her ailenin geçim kaynağı kendi bahçesiydi. Ve kendi kendine yetiyordu.
Kış geldiğinde; buzdolabı görevini gören Semenderlerimizde (Nalya); teneke teneke kavurmalar, turşu çeşitleri, yaylada hazırlanan organik yağ, peynir, kışlık fasulye ve diğer gıda maddeleri ile dolup taşardı. Beş ay bozulmayan; kestane gibi patatesler, aylarca çürümeyen meyveler, çuvallar dolusu kuru soğanlar ve diğerleri.
Kokularını hala hatırlıyorum. Organik, katkısız kara kovan balını unutmamız mümkün değildir... Şifalı bitkiler…
Kışın ortasında, kuzinenin üzerinde bakır tava ile yapılan soğanlı kavurmanın tadını hala damağımda. İki çuval ekmeklik buğday unu ile diğer tüketim maddeleri alınır, kış çıkarılırdı.Her şeyimiz organik ve sağlıklıydı..Devlete hiç yük olmazdık.
*
Çay ektik, ne olduğu belli olmayan suni gübreleri vurduk. Ve uygulanan yanlış politikalar yüzünden tarımı, hayvancılığı bitirdik. Şimdi geriye dönüş için uğraşıp duruyoruz. Dönüşü olsa bile,ne köyler eski köyler,ne insanlar eski insanlarımız gibidir.
Anlayacağınız her şey yozlaştı. Çöktü..
Tütünü, Fındığı da toprağa gömdük. Et tartışmalarına girmeyeceğim..İthal edilen samanları yazmayacağım.
Bizde tarımı bitiren; kuraklık, affet falan değil, IMF ve Dünya Bankası güdümlü yanlış politikalarıdır. Ve bütün hükümetler tarafından uygulanan, yanlış tarım ve hayvancılık politikaları yüzündendir.
Çiftçi ürün bazında desteklenmeyecek, ucuz kredi verilmeyecek, gübrede ve diğer girdilerde destekler azaltılacak, tarım politikalarına son verilecek, destekleme alım fiyatları enflasyonun altında olacak gibi, Avrupa’nin dayatmaları sonucu bu noktaya geldik.
Dünya’da yedinci tarım ülkesiydik, kendi kendimize yetiyorduk.
Şimdi doğalgazdan tarıma, elektriğe kadar her konuda bağımlı bir ülke olduk. Her şeyi ithal eder olduk.
Toplam 600 milyon dolarlık kredi karşılığında, 2002 yılında imzalanan ‘ARIP Tarımsal destekleme ve Tarım Reformu Uygulaması Projesi’ kapsamında emperyalistlere muhtaç olduk. Yerli ve milli tohumları toplatıp Israil’e sattık, yerli tohumla üretimi yasakladık..”Milli ve yerli” tohumu üreten bürokratlarımızı görevden aldık.
Özümüze, eskiye, üretime dönmeliyiz… Bunun başka çaresi yok. Her alanda Kurtuluş Savaşı’nı başlatmalıyız. Hangi görüşten, hangi düşünceden olursak olalım, bizi sömürmek isteyen emperyalistlere karşı birlikte hareket etmeliyiz
Ulusal mücadele şart
Sevgili okurlarım, korona virüsü dünyayı değiştirdi. Ulusça kaynaşmamızı sağladı. Dünya eskisi gibi olmayacak..
Her ülke kendi başının çaresine bakacak. Dahası herkes kendi toplumunu düşünecek. Ayakta kalmaya çalışacak..
Ulus olarak ayakta kalmamızın tek çaresi ”Yerli ve Milli” üretimden geçecek. Ülke olarak kendi göbeğimizi kendimiz kesmek zorundayız.
Önlem almasak,üretmesek..Tarım ve hayvancılığa önem vermesek aç kalacağız. “Benim dolarlarım, katlarım, yatlarım var” diye düşünenler yanılıyorlar. Paraları para etmeyecek. Üreten toplum ayakta kalacak.
*
Sevgili Okurlarım; Yazılarıma yorum göndererek, eleştiri yapmanızdan dolayı mutluluk duyduğumu belirtmek isterim.
Bu bilgi, tecrübe ve katkılarınızla bana önemli destek veriyorsunuz.
Bunlar için samimi takdirlerimi ve teşekkürlerimi sunuyorum.
Bazı okuyucularım, benim belli konularda taraf olduğumu belirtiyorlar, eleştiyorlar.
Tespitleri doğrudur.
Laik Cumhuriyet’ten yana tarafım.
Atatürk’ten yana tarafım. Üretimden yana tarafım..
Yerli ve Milli olan her şeye tarafım..
Kahraman ordumuzdan, fedakâr polislerimizden yana tarafım.
Türkiye’nin milli çıkarlarına ve bütünlüğünden yana tarafım.
Ulusumuzun birliğine, dirliğine, bağımsızlığına tarafım.
Emperyalistlere boyun eğmeyen, Türkiye Cumhuriyeti Devletinden yana tarafım.
*
Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı niye yaptık?
Niçin onca canı feda ettik?
Neden Anadolu gençlerini şehit verdik; evlerini erkeksiz, eşsiz, çocuklarını babasız bıraktık?
Tabii ki, vatan için…
Türkiye Cumhuriyeti’nin, tam bağımsızlığına ulaşma yolunda zaferlerle dolu yakın tarihine milletin büyük saygısı vardır.
Atatürk’ün bir güneş misali doğuşu ve Türk Ulusu’na hak ettiği değeri verişi, milletimizce de karşılıksız bırakılmamaktadır
Her ayağımızı yere bastığımızda, şehitlerimizin kanının fışkırmasından endişe ederek üzerinde çekinerek yürümeye çalıştığımız ve kıyamadığımız bu topraklar, Türk Ulusu’na bir kez daha mezar bile olacaksa, bundan en küçük çekince duyulmayacaktır.
Bizi küçümseyen sözde Avrupalı dostlarımıza duyurulur.
*
Türkiye Cumhuriyetini; Avrupa’nın sömürge valileri, eyalet valileri, ya da IMF ve Dünya Bankası gelip kurmadı.
Erzurum-Sivas Kongrelerinde biz kurduk.
Biz şehit verdik, kan döktük.
Bu vatan için anneler evlatsız, kadınlar kocasız, çocuklar babasız kaldı.
Yabancılardan destek almadık, düşmanlık da yapmadık.
Onların hukukunu aldık, eğitimini aldık, teknolojisini aldık.
İlmini aldık, işimize geleni aldık.
Batı ile kavgamız yok, düşmanlığımız yok.
İşimize karışmasınlar, Bizi bölmeye uğraşmasınlar, Teröre destek vermesinler...
Bunlara itirazı olan var mı?
Bunları savunmak tarafsa ben tarafım…
Ankara’dan hepinize sevgiler…