Karçiçeğimi; Yüksek lisansı için İngiltere’ye gönderdik. “Jean Monnet” Bursu ile. Londra’da bir yıl eğitim görecek…27 yıl aradan sonra ilk ayrılışımız..
Daha şimdiden onui ne kadar özlediğimi anlatamam size. Hasretin canıma yetti. Bilmem gelecek günlere bu hasrete nasıl katlanacağım?.
Nazım Hikmet’in deyişiyle; hayatım elini içinden çektiğin bir eldiven gibi boşaldı. Yaşama sevincim kayboldu. Yaralı kuş gibi sağa sola savruluyorum. Londra dediğiniz nedir ki… Diyebilirsiniz... Fakat. Hasret hasrettir..
Yokluğu içime şimdiden kurşun gibi çöktü. Evin her köşesi anılarınla dolu. Her yerde sen varsın. Sesini duymak, sana “dikkat et , işine geç kalıyorsun. Eve kaçta geleceksin? Demeyi bile özledim.. Ne oldu biliyor musunuz? Evde olduğunu zannederek, uyandırmak için odana geldim..O anı anlatamam sana..
Bütün kız babalar öyledir. Kızım dünyanın öbür ucunda olsa bile onun eline batan bir kıymık benim yüreğimi kanatır.Acıtır..Gittiğin gün odanı hem düzenledim, hem de ağladım.
Arayıp tebrik eden dosalar konuşamadım. Boğazım düğümlendi. Yutkunamadım. Geçtiğim her köşeye” sizi çok seviyorum” notları ile süsledin evi..
Sensizlik çok zor kızım, alışmışım kokuna, gülüşlerine.. Prensesler nereye giderse gitsin her zaman etrafa ışık saçarlar.
Unutmak mı? Gözümün gördüğü her yerde sen varsın. Babalar, oğullarının ilk kahramanları, kızların ise ilk aşklarıdır derler.Doğrudır..
Bana bir bayram verseler…” İçinde kızım olsun” derim. Karçiçeğimi özlemek mi? Gölgesini, resmini görsem sarılıyorum..
Baba çınar gibidir derler. Mevsimi olmasa da her dalında, yaprağında Karçiçeğim vardır..
En güzel nağmeleriydi müziğin, ayak seslerin, anlamsız kelimeleri sıraladığın şarkılar ruhumu okşardı.. Neden büyüdün, küçük kalsaydın ya kızım, çocukluğunla ne de güzel günlerimiz vardı. Seni sırtımda taşımaktan bel fıtığı olmuştum. Olsun kızım..
Sevgili kızım, odana kimseyi sokmuyorum. Sana ait olan her şey yerinde duruyor. Kitaplarını düzenledim. Akşam eve gelecekmişsin gibi..
Ayrılık kolay mı zannediyorsun Karçiçeğim. Ateş değiliz ki, yanıp kül olalım, yağmur değiliz ki, ıslanıp güneşte kuruyalım. Kuş değiliz ki, uzak diyara uçup, yanına gelelim.
Güzel şeyler içinde olsa… Ayrılık o kadar zor ki a prensesim..!, Kurumuş yaprak gibi daldan dala savurur insanı. Yada ben çok abartıyorum. Ne dersin?
Bak. Ata’nın de yıldızı düştü. Ablasını şimdiden arar oldu.. Buradayken yaptırdığın ayak işlerini bile çok özledi..
Kardeşini, yalnız bırakmak sende istemezdin elbette. Eğitimin için güzel bir şansı yakaladın. Başarılarını taçlandırmamız gerekiyordu elbette. Ata bildiğiniz gibi sınavlara hazırlanıyor. Yanınıza gelmek için şimdiden planlar yapıyor..
Beni merak ediyorsan aynıyım. Kendini başkasına adamış birinden ne beklenir ki? Dallarından mutluluk saçıp, içi yanan çınar ağacı gibiyim. Şu eski kafamı değiştiremiyorum. Senden sonra Gölbaşı’ndaki bahçeye gittim. Seninle” uçtun gittin buralardan” şarkısını dinleyip birlikte ağladığımız Serender’de oturdum, tek başıma. Kalamadım, orada..Daraldım..döldüm eve… …
Dudaklarınızda yine tebessüm olacak mıydı, masamda duran resimlerinizdeki gibi? Yine huysuz fakat tatlı sesin savrulacak miydi? Ankara’nın sokaklarında..
Uyuyamadım işte bir türlü, sabahın ilk ışıklarıydı. Dün, sabah ne kadar uzun sürmüştü. Bulabildiğim en güzel kıyafetleri giyerek sizin için yola koyuldum. Tıpkı, çocukluğumda bayram sabahları giydiklerim, yastık altında sakladığım en güzel elbiselerim gibi.
Gelişiniz öylesine bir huzurdu ki, geceler boyu hayâlini kurduğum düşlerden bile daha güzeldi. Uzaktan gördüm seni. Eskisi gibi sanki akşam olmuş, elin dolu bir şekilde eve geliyordun…
Adeta herkesi kıskandıracak güzellikteydiniz. Gözleriniz nasıl aydınlıktı öyle. Rengârenk giysileriniz, sıcak bakışlarınız ve insanın içini rahatlatan gülüşünüz ne güzeldi. Ben ise Serkan abilerin oradan arabana park yerini ayarlıyordum. Oysa sizden önce hüzün yağdı düşlerime. Önce sizi seyrede durdum uzun uzun, içime akıttım doyumsuz hasretinizi. Sizin gözlerinizde yaş vardı, hasret; gözlerinizin ardında.
Nereye gideceğimizi konuşmadan yürümeye başlamıştık, Ankara’nın sokaklarında... Mutluluk rüzgârları sürüklüyordu bizi, nereye varacağınızı bilmeden.
Zamanın durmasını istedim, çünkü siz gidecektiniz. Sabah başlayan güneş öğle olmak üzereydi. Uçaklar genelde rötar yapar, bize inat seni götürecek uçak saatinde kalkacaktı.
Siz gitmeliydiniz İngiltere denen yere. Ne beni götürdünüz, ne de siz benimle kaldınız. Ayrılığın hüznü yansımıştı gözlerimize, o gün bir hayal gibiydi. Annen sana sarılıp sevgi köprüsünü yüreğine işlerken, ben koridorda dolaşıp durdum..
Sen giderken yanımızdan yaşlı gözleriniz. Siz kayboluncaya dek ardınızdan annenle baktık.. Uçak kalkana dek. Havalanıp gök yüzenindeki bulutlara karışana kadar izledik arkandan…Gözlerimi alamadım bir türlü, sizi uzaklaştıran uçaktan..