Sevgili okurlarım; dünya kötüye gidiyor.Hastalıklar..Kuraklık. Küresel kriz..Savaşlar..Ve şimdi de kıtlık kapımızda.
Şöyle bir empati yapalım. Paranız var ama işe yaramıyor. Böyle bir şey olmaz “ demeyin, önlem almaz üretim yapmazsak o günler yakındır. IMF başkanı Kristalina “2.Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük sınavla karşı karşıyayız” diye uyarıyor..
Dünyada 6 milyondan fazla insanın ölümüne sebep olan Covit-19 virüsü ile mücadele devam ederken, başta Avrupa ve ABD olmak üzere birçok ülkede “Maymun çiçeği “ hastalığı görüldü. Ülkemizde de görülmesi an meselesi..
Anlaşılan önümüzdeki dönem, dünya “Maymun Çiçeği” hastalığı ile uğraşacak. Bir anlamda “Virüsler bahane, aşı satışları şahane..” dönemine girdik.
Dünyada acımasız iki sektör vardır. Bunlardan birincisi “Silah” ,ikincisi “İlaç “sektörüdür. Bu nedenle, önümüzdeki yıllar ne savaşlar, nede hastalıklar bitecek. Allah sonumuzu hayır etsin..
Doğayı katlettik. Gökdelenleri diktik. Dereleri kuruttuk. Denizleri kirlettik. Hayvanları rahatsız ettik. Ve intikam alma sırası onlarda..
Doğadan el ayak çekildi. Balıklar, kuşlar, Martılar ve diğerleri özgür kaldı. Hiç susmayan kuşlar, Doğa tüm renkleri ile fışkırmaya başladı.
İnsanoğlu, endişe dolu bakışlarla uzaktan seyrediyor. Doğa, insanoğlundan intikam almaya başladı. Üstünlük sağladı... Çünkü insanlık her anlamda kuşatıldı ve nefes alamıyor.
*
Artvin’in - Borçka ilçesi Şerefiye köyü benim için çok anlamlıdır.. Doğa güzelliği ile ünlü muhteşem bir köy. Babam rahmetli, ikinci dünya Savaşı’nda bu köyde yaşadı. Babaannemin mezarı de bu köydedir. Arada bir giderim.
Rahmetli babam, bu köyde yetiştirdiği mısırları sırtıyla Rize- Ardeşen’e getirip, ailenin karnını doyuruyordu. Şimdi araç ile gidemediğimiz yolu, günlerce tepeleri, dağları aşıp Ardeşen’e geliyordu
Babam rahmetinin 60.Yıllık arkadaşı Mehmet Poyraz, o günleri ağlayarak anlatmıştı bize. Şimdi hak ’in rahmetine kavuştuğunu öğrendim. Mekânı cennet olsun..
O dönemde kıtlık vardı, her yerde her şey yetişmiyordu. Babam rahmetli Şerefiye köyünde mısır yetiştiğini öğrenmiş. Babaannemi yanına alarak bu köye yerleşmiş, mısır üretimine başlamış.. Babam, bu işleri yaparken henüz 13-14 yaşındaydı.
Babam yılları bize anlatmıştı. Amcalarımla, söz konusu köyde yetiştirdiğimiz mısır yüküyle dağları aşıp Ardeşen’e giderken, parasal anlamda zengin olan birisi; silahıyla yolumuzu kesip, elindeki bir çuval parayı uzatıp ”Ya bu parayı alıp sırtınızdaki mısırı verirsiniz, ya da sizi öldürüp yine alırım. Çocuklarım evde açlıktan ölüyor, başka çarem yok” dedi.
Babam rahmetliden bu olayı dinlerken heyecanlanıp hemen sormuştum. “ Parayı almadınız mı?” diye. Gülerek “ O dönemde para dediğiniz şey, şu bahçedeki karayemiş yaprağı kadar değeri yoktu ve almadık. Çünkü para hiçbir işe yaramıyordu..” demişti.
Babam ve amcalarım mısırın yarısını adama verip, parayı de almamışlar. Çünkü o dönemde para işe yaramıyordu ’Açlığın, hastalığın, sefaletin kol gezdiği, paranın para etmediği bir dönemdi..
Araç ile üç saatte bile zor gittiğim köyde, mısır yetiştirip, karnını doyurabilmek için günlerce dağları aşan babam. Ayakta kalmak, açlıktan ölmemek için mucizeler yaratan babam... Ben o babanın çocuğuyum.!
Her ne kadar çocuklarım, bu olay bir masal gibi geliyorsa da gerçek bu. Babam böyle dönemi yaşadı. Ben yaşamadım. İnşallah çocuklarım yaşamaz. Dahası hiç kimse yaşamaz…
Dünya o’na doğru gidiyor..