Yeni Türkiye… Yarının Türkiye’si… Türkiye Yüzyılı… Medeniyetlerin otağ kurduğu o eşsiz ülke… Hakkın, adaletin, bereketin, refahın, merhametin, medeniyetin kalbi… Senin özüne özgü istikbalini özlüyor ve sana doğru yürümek istiyoruz.
Sana kavuşmanın keyifli bir yolculukla mümkün olmayacağının idrakiyle yoldayız. Bizi sana özgü istiklalden ve istikbalden mahrum etme gaye ve gayretinde olan içteki hainlerin ve hariçteki yedi düvelin farkındayız. Paçalarımızdaki prangaların, yollarımızdaki taşların, ufkumuzdaki yokuşların farkındayız. Farkındayız… Çünkü biz, dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir ülke değiliz. Bu yüzden düşmanımız çok, dostumuz pek azdır.
Bin yıldır üstünde nefes aldığımız, altında ebedi istirahatimizi yaptığımız ve adına vatan dediğimiz misak-ı milli sınırlarımızın her bir karış toprağı bizlerin namusudur. Bu namusu korumak, sadece söylemle ya da mevcudu muhafaza etmekle veyahut namahrem elleri kırmakla olmaz. Namusu korumak, güçlü bir var oluşu gerektirir… Bize reva görülen bir gelecek yerine, kendi milli geleceğimizi yaşamak ve yaşatmak için her alanda milli kaynaklarımızla, milli imkânlarımızla, sahip olduğumuz ya da olabileceğimiz tüm cevherlerimizle, en mühimi İnsan Kaynaklarımızdan en üst seviyede istifadeyle tam anlamıyla bir MİLLİ KALKINMA SEFERBERLİĞİ’ne ihtiyaç vardır.
Türkiye Yüzyılı, iddialı bir söylem ama lafta kalmaması için içinin çok iyi bir şekilde doldurulması gerekir. Bu havuzu doldurabilecek en güçlü ve en büyük adım Milli Kalkınma Seferberliği’dir.
Milli Kalkınma Seferberliği ile neyi kast ediyoruz? Biraz bunun üzerinde duralım: Devlet ve milletin aynı hedef doğrultusunda tam ve sarsılmaz bir şekilde kenetlenmesidir diyebiliriz. En başta devlet sağlam bir iradeyle samimiyet ve kararlılığını ortaya koymalı. Millet de her kerameti devletten beklemeden, fert fert herkes ötesine berisine bakmadan bana düşen vazife nedir şuuruyla, milli ruhla yapabileceği en iyi işi en mükemmel bir biçimde hayata geçirmeli. Devlet plan, imkân, düzen, denetim, takip ve teşvikleriyle milletinin yer yer önünde, yer yer yanında, bazen de arkasında yer alacak. Yani gerektiğinde öncülük yapacak, yeri gelecek birlikte yürüyelim diyecek ama daha çok milletinin arkasında milletini takip edecek.
Bugün çok keyifli zamanlardan geçmiyoruz. Ama eğer gerçekten de bir Türkiye Yüzyılı hayalini gerçekleştirmek istiyorsak bu günden tezi yok kollarımızı sıvamamız gerekiyor. Belki bir yazımızda iki dünya savaşı kaybetmiş olup küllerinden filizlenen Batı Almanya’yı, II. Dünya Savaşı’nda yerle bir olup marka haline gelen depremler ülkesi Japonya’yı, 50 yıl evvel fakirlikten kırıldığı halde şimdilerde süper güç olmaya namzet Çin’i değerlendiririz. Bu misaller bir vakıa. Yani bir hedefe azmedildiğinde şartlar ne kadar ağır olursa olsun hedefe varmanın mümkün olabildiğine dair kalkınma mucizelerine misal birer vakıa.
Kendi enerjimiz, kendi teknolojimiz, kendi ürünlerimiz, kendi silahlarımız, kendi projelerimiz, kendi markalarımız için ileri hedefler belirleyip emin adımlarla belli bir plan düzleminde ilerleyelim. Tıpkı Çin’in reform lideri Deng Xioaping’in dediği gibi, nehirdeki taşları hissederek adımlarımızı atalım ve nehrin karşı kıyısına geçmiş olalım.
Milli Kalkınma Seferberliği bir kalkınma stratejisidir. Bu strateji, kalkınma hamlesinin devlet aklı ve liderliğinde milletin gayret ve marifetleri ile gerçekleşmesini öngörmektedir. Bunun nasıl olacağı, hangi vakitte hangi adımların atılacağı, hangi kaynakların ne tür beceri ve tedarike ihtiyaç duyacağı en ince detaylarına kadar planlanıp hesaplanmalı.
Konumuzun kapsamı çok geniş. Fakat ben iki hususu vurgulayıp noktalayacağım. Bir ülkenin en önemli kaynağı insan kaynaklarıdır. Kalkınma becerisinde insan kaynaklarının kalite durumu belirleyici olmaktadır. Bu sebeple devlete düşen görevlerden biri de dünyaya gelen her bir vatandaşını bir cevher nazarıyla ele almak olmalı. Ondaki cevheri keşfetme yoluna gitmeli, ortaya çıkan her bir cevherden de en mükemmel ve en doğru bir şekilde istifade edebilmelidir. Bu anlayış oturduğu takdirde kişi devleti nezdinde kendini kıymetli görür ve kendi doğallığında ve daima milli seferberliği tesis etmiş olur.
Bir diğer husus ise; gelişmiş devlet olma hedefinden ziyade gelişmiş millet olma hedefine odaklanmak. Çünkü gelişmiş millet, kendi doğallığında gelişmiş devlete sahip olmuş olur, liderden bağımsız bir şekilde kendi dinamikleri ile asli yolunda ilerler. Gelişmiş milleti zayıf idareciler yönetemez, liyakat doğal şart haline gelir. Öte yandan lider eksenli güçlenen toplumlar, güçlü liderlerinden yoksun kaldıklarında iktidarlarını da kaybederler, bazen de yok olurlar. Mesele anlaşılmıştır sanırım.
Umulur ve umalım ki ülkemiz ve milletimiz için en güzel olan, en doğru ve en iyi olan her bir adım ve hayal hakikatte karşılığını bulur.
Ne mutlu iyiye, güzele ve doğruya vesile olanlara…
Sonraki yazımızda görüşmek dileğiyle…