Bundan öneki yazımda Akkuyu Nükleer Enerji Santralinin zamanından önce bitirilmesinin getirebileceği tehlikelere dikkat çekmiştim.
Şimdi bununla ilgili yazmış olduğum ve “Türkiye Meydan Okuyor - Cumhuriyetin İkinci Yüzyılı” adlı kitabımda yer alan bir öykümü paylaşıyorum:
…
13 Ağustos 2026, Akkuyu Nükleer Güç Santralı, Mersin Mersin’de çok sıcak bir öğle üzeri. Dışarıda insanı adeta felce uğratan boğucu bir sıcak var. Cadde ve sokaklarda camları kapalı araçlardan başka bir şey yok. Şehirde kalmak zorunda olanlar ev veya işyerlerine çekilmiş, klimaların yapay sıcaklığından medet umuyorlar. Hali vakti yerinde olanlar çoktan yayla evlerinin yolunu tutmuş. Mersin’in şirin beldesi Büyükeceli nispeten şanslı. Etrafta fazla betonlaşma olmadığından dağdan ve denizden efil efil esen rüzgârlar hissedilir bir serinlik getiriyor. Buna rağmen Akkuyu’da kurulu nükleer santrale bakanlar havadaki yoğun buharın etkisiyle seraba benzer bir titreşim görüyor. Belki de santralin soğutma kulelerinden atmosfere bırakılan gizemli buharın bir neticesidir bu.
Bu sırada santralin kontrol odasında çalışan Türk uzmanlardan Tolga Oraz ve arkadaşları tuhaf bir tedirginlik içindeydi. Beraber çalıştıkları Rus uzmanlar sabahın erken saatlerinde bütün sorumluluğu onlara bırakarak Antalya’ya tüymüşlerdi. Antalya... Rusların belki de Moskova’dan çok sevdikleri şehir..Rusya’nın dört bir yanından her yıl milyonlarca turist akın akın Antalya’ya geliyor ve Eylülden mayısa kadar soğuk havanın katılaştırdığı vücutlarını Antalya kumsallarının şefkatine bırakıyorlardı. Sabah erkenden kontrol odasında vardiyaya başladıklarında vardiya amiri Sergei Alexiyeviç Vasilev’i üniformasıyla değil, kapri pantolon ve tişörtüyle buldular. Vasilev, “daha ne oluyor?” demeye kalmadan:
- Günaydın Tolga, dedi neşeli bir sesle.
- Santral sana emanet. Vitali’yle biz Antalya’ya gidiyoruz.
Vitali vardiyada birlikte görev yapacakları Rus uzmanlardan biriydi. Tolga aklına ilk geleni sormadan edemedi:
- Yuşkov ne diyecek bu işe?
Vladimir Yuşkov kontrol odasından sorumlu müdürün adıydı.
Son derecede disiplinli, katı kuralları olan bir adamdı. Aslında haklıydı adam. Kontrol odası gibi nükleer santralin kalbinde hiç kimsenin hata yapma gibi bir lüksü yoktu. Bazı hatalar 40 yıl önceki Çernobil Faciası gibi dehşetli sonuçlar doğurabilirdi. Vasilev, işte böyle bir adamı iplemiyordu. Tolga’nın sorusuna kahkahayla güldü:
- Düşündüğün şeye bak..O dün akşamdan Antalya’ya vardı bile.
Sonra da Tolga’nın omuzuna bir şaplak indirerek:
- Hadi hadi..Üzülme böyle. Gelecek hafta da sen gidersin.
Ardından eliyle “bay bay” işareti çakarak odadan dışarı çıktı. Tolga bir an “Sen ne yaptığını sanıyorsun?” diye bağırarak peşinden koşacak oldu ama birden vazgeçti. Adam ne de olsa amiriydi. Yuşkov’la da arasının iyi olduğu söylenirdi. “Başıma iş almayayım“ diye düşündü. Vardiyadaki Ruslar böylece ortadan kaybolunca odadaki üç Türk uzman katı bir gerçekle yüzleşmişlerdi: Koskoca Akkuyu Nükleer Güç Santrali bütün ağırlığıyla omuzlarına çökmüştü.
Bir yıldan fazladır kontrol odasında görev 67 yapıyorlardı ama hiçbir zaman böyle bir sorumlulukla baş başa kalmamışlardı. Yalnızca tecrübeli Rus uzmanların dediklerini yerine getirmekten başka bir şey yapmamışlardı. Hemen baş başa vererek ne yapacaklarını tartışmaya başladılar. Tolga her şeye rağmen vardiya değişim saati beşe kadar işi götürmeyi istiyordu. Diğer iki arkadaşı ise böyle bir sorumluluk almak istemiyorlardı.
Tolga nihayet onların ısrarıyla saat beş vardiya amirini aramaya karar verdi. Ancak telefonu açan uykulu bir kadın sesi bu saatte uyandırıldığına kızmış gibiydi. -Eşim evde yok, dedi. - Hep beraber Antalya’ya gittiklerini bilmiyor musunuz? Tolga özür dileyip telefonu kapatınca neler olup bittiğini daha iyi anlamaya başlamıştı. Hemen telefona sarılıp küçük bir araştırma yapınca kontrol odasında görevli bütün Rusların bir helikoptere doluşup Antalya’ya gittiğini öğrendi. Santralde icabında kullanılmak üzere iki adet helikopter vardı. Galiba bunlardan birini alıp Antalya’nın yolunu tutmuşlardı. Türk uzmanlar bir an “Şimdi ne yapacağız?” anlamında birbirine baktılar. Tolga başını elleri arasına alıp bir süre düşündükten sonra arkadaşına döndü:
- İşte gördünüz arkadaşlar. Kontrol odası en azından saat beşe kadar yüzde yüz yerli. İş başa düştü. Artık ne yapacaksak biz yapacağız. Dua edelim de bir aksilik çıkmasın. Haydi iş başına. Allah yardımcımız olsun.
(Devamı var)