Yunancada “güneşin doğduğu yer” anlamına gelen “anatole” bir bölgenin kaderini anlatabilecek en güzel ifadeyle yaşadığımız coğrafyaya tarihin bilinen devirlerinden beri verilen isimdir.
Anadolu…
Bölgeye, on yıllarca süren akınlar boyunca yerleşen atalarımızın bölgenin yerleşik halklarından miras olarak aldığı milyonlarca kelimeden sadece bir tanesi. Hitit Medeniyeti için “Hitit Ülkesi”, Yunan Medeniyeti için “Güneşin Doğduğu Yer” bizim için ise “Anavatan”
HER ŞEYLE SAVAŞTIK
Türkler, Türkistan’dan yayılmanın ardından dünyanın dört bir tarafına göçe başlar. Sanılanın aksine her zaman batıya değil su ve toprağın olduğu her yöne göçtür bu…
Göç olgusu halihazırda konar-göçer yaşayan bir millet için zor olmayabilir ilk bakışta. Ancak yaşayışlarının getirdiği hırçınlığa baktığınızda basit bir tahayyülle bile eski Türklerin nelerle savaştıklarını ve ne denli çetin bir mücadele verdiklerini anlamak hiç de zor değil.
En başta göç ile savaştılar. Hatta öyle ki tarihimizde önemli bir yere sahip Uygur Devleti bu savaştan mağlup çıkmıştır! Yerleşik hayata geçip kadim bir medeniyet kurabilen ilk Türk topluluğudur denebilir. Bu savaşın onlarda bıraktığı en büyük yara hiç şüphesiz ki atalarının dinlerini unutmaları olmuştur.
COĞRAFYA KADERDİR
İbn-i Haldun’un ünlü deyişiyle “Kaderdir coğrafya”
Yaşadığı toprak; insanların günlük hayatlarını etkilemenin yanı sıra kültürlerini, dillerini ve hatta gelecek nesillerini dahi etkiler. Anadolu da böyle bir medeniyet teknesidir, kültürleri yoğuran ama yoğurduğu hamuru kanla sulamıştır!
Anadolu’ya yerleşen Batı Türkleri bu coğrafyadan daha muteber bir vatan toprağı elde edemeyeceklerini düşünmüş olsa gerek ki bu topraklara “Anavatan” lafzını yakışık bulmuşlar. Gelgelelim bu öyle bir toprak parçası ki tarih boyunca ne kadim uygarlıklara mezar ne kadim topluluklara lanetlenesi bir çukur olarak miras kalmıştır.
Hitit Kralı Anitta, kendi ülkesini “içinde kayda değer bir şey olmadığı” gerekçesiyle yakıp yıkarken, ardından gelecek olanlara da bu topraklar üzerinde yeniden bir ülke kurmaları halinde beddua edercesine “Bir daha Hattuşa’ya yerleşecek olan olursa Tanrı onu lanetlesin.” diyecektir. Ne var ki Hattuşi, medeniyeti küllerinden doğurarak bugünkü Anadolu’nun bilinen tarihini devam ettirmiştir.
Anadolu’da yaşamak her şeyden çok doğayla savaşmaktır eskiden beri. Yerkürede en yeni oluşum zamanına sahip toprak parçalarından biri olan bölgemiz, hâlâ tam olarak oturmuş olmadığından olsa gerek; deprem, sel gibi birçok doğa olayı ile günümüz insanını çetin mücadelelerle baş başa bırakıyor.
Coğrafyanın kaderine diyecek bir şey yok ama içinde bu kadar hain yetiştirmesine ne demeli! Silahla güç yetiremeyen ucubeler “Güneşin Doğduğu Yer” in ciğerlerini yok etmenin peşinde! Asıl hedef elbette ki ne ağaç ne de hayvanlardır. Asıl hedef tarihte olduğu gibi Anadolu’yu Türklere mezar etmek olduğu apaçık ortada. Ancak herkes şunu bilmelidir ki Türkler Anadolu’ya Anitta’nın bedduasıyla gelmediler, “Size öyle bir vatan bırakıyorum ki ebediyen sizin olacaktır.” diyen Alparslan’ın duasıyla gelmişlerdir.