Uzun bir zamandır dilimize yerleşmiş ilim irfan, edebiyat düşmanı bir söz vardır: Bana hikâye anlatma.. ”Gerçeği örterek yalan konuşma” anlamında kullanılan bu söz kadar edebiyat ve onun ayrılmaz parçası hikâyeyi aşağılayan başka bir şey bulamazsınız. İlk önce kim söylediyse, ağzına insanı acıdan bağırtan Meksika biberi sürmek lazım.
Sağda solda çok söylenir olunca insan hikâye yazarıyım demeye çekiniyor. Daha eskileri “Martaval okuma” denirdi. Edebiyat düşmanının biri, “Boş söz, palavra” anlamına gelen martaval yerine hikâyeyi uydurmuş olmalı.
Her şeye rağmen hikâye ya da Öztürkçe adıyla öykü, edebiyatın gözbebeği, ayrılmaz bir parçasıdır. Edebiyatımızda “Büyük Usta Ömer Seyfettin’den beri” çok sayıda iyi öykücü yetişti. Son zamanlarda her eline kalem alan yazarlığa soyunmasına rağmen, büyük çoğunluk öykü yerine daha revaçta olan romanı tercih ediyor. Roman yazarak ünlü olacaklarını veya çok para kazanacaklarını düşünüyorlar her halde? Ancak Türkiye’nin çoktan çölleşmiş kültür ortamında adeta kitap aleyhtarı bir hava var. Ülkede kâğıt üretimi yapılmadığı için ithal kâğıt son derece pahalı. Tabii baskı giderleri de. Hal böyle olunca da yayınevleri kitap basmıyor.Yani yazarlık yaparak meşhur olmak ve hele hele bu yolla çok para kazanmak Kaf Dağı’nın ardını görmek gibi bir şey.
Ne olursa olsun öyküye gönül verenler yazmaya devam ediyor. Kendimden örnek verecek olursam, 1980’li yıllardan beri öykü yazıyorum. Dağarcığımda hikâyeye dair o kadar çok şey var ki. Karadeniz hikâyelerinden, bilim kurgu öykülerine kadar.
Bu bağlamda, 2018’de yayınlanan “Güzel Aylar Zamanı Yeşil Mavi Hikâyeler” isimli öykü kitabım 5.Yılına girdi. Ne yalan söyleyeyim, bugüne kadar Rize için yazılmış en kapsamlı ve en güzel bu öykü kitabımın, en azından Rizelilerce büyük ilgi göreceğini sanmakla büyük hata etmişim. Bizim gibi reklâmı olmayan, arkasında amcası, dayısı veya partisi bulunmayan “sıradan” bir yazar için bu kaçınılmaz sondu galiba? Birde hemşehrilerimin o dillere destan okuma aşkı (!) söz konusu olunca tüm emeklerime yazık oldu diyebilirim.
Oysa söz konusu eserde, Rize’yi Rize yapan bütün motiflerden söz edilmeye çalışılmıştı. Bu bakımdan kitapta Rize’nin her şeyi yeşil altın çayı, denizi ve balıkçıları, deniz fenerleri, denizi kara yapan Ekrem Reis’i, uzak mahallelerin fedakâr öğretmenleri, Anzer Balı ve yaylaları, şehrin medarı iftiharı Rizespor’u, atma türküleri, gurbetçiliği, kara sevdaları, kemençesi, horonu ve diğer tüm güzellikleri dile getirilmişti. Sözün kısası, her Rizeli bu kitapta kendinden bir şeyler bulabilirdi.
Ne yazık ki dinde bile zorlama olmazken kitap sevgisi ve okuma alışkanlığında hiç olmuyor. Ancak bizler kendimizi hep zorluyor ve elimiz kalem tuttukça yazmaya devam ediyoruz.