Mustafa Semih  ARICI
Köşe Yazarı
Mustafa Semih ARICI
 

HÂVİYEDEN DÖNÜŞ II

Çıkan kısmın Özeti: Akkuyu’da kurulu Nükleer Enerji santralinin beyni kontrol odasında görev Türk uzmanlar, tecrübeli Rus görevlilerin hep beraber günübirlik Antalya’ya gitmeleri üzerine dev bir sorumlulukla baş başa kalmışlardır… ….. Tam bu sırada Türk işyerlerinin olmazsa olmazı çaycı girdi içeriye. İnce belli çay bardaklarını önlerine bırakınca birden keyifleri yerine geldi. Bir yandan çaylarını yudumlarken bir yandan da santralin önemli göstergelerini tek tek kontrol etmeye başladılar. Şu anda en önemli gösterge reaktör ısısıydı ve son derecede normal görünüyordu.  Tolga Oraz kontrol odasında görevli Türk uzmanların en kıdemlisiydi. Yuşkov’a göre vardiya amirliğini çoktan hak etmişti ama Rosatom’un kurallarına göre kontrol odasında en az üç yıl görev yapması gerekiyordu. Yıllar önce ODTÜ’de fizik okurken Akkkuyu’ya Türk uzman yetiştirmek için yapılan çağrıya uymuş, girdiği bütün sınavları başararak Rusya’ya gitmeye hak kazanmıştı.  Aslında o nükleer mühendis olmayı ta çocukluğunda kafasına koymuştu. Hatta daha ortaokul sıralarında iken sınıfa gelen vali ne olmak istediğini sorunca “Nükleer mühendis” cevabını vermiş ve adamı bir hayli şaşırtmıştı. Tolga’nın Rusya’daki eğitimi oldukça zorlu geçmişti. Bütün eğitimler Rusça olacağı için yoğun bir şekilde Rusça öğrenmiş, ardından da diğer Türk arkadaşlarıyla birlikte Moskova Nükleer Araştırma Üniversitesi’nde fizik mühendisliği tahsili yapmıştı. Fizik tahsilini nükleer mühendislik master’ı takip etmiş ve bütün bu eğitimler tamamlanınca da hep birlikte Akkuyu benzeri bir nükleer santralde staja başlamışlardı. Akkuyu işletmeye açılır açılmaz Türkiye’ye dönmüşler ve ta santralin çeşitli kademelerinde görev yaptıktan sonra tesisin kalbinde yani kontrol odasında çalışmaya başlamışlardı.  Tolga bir an Rusların çekip gitmesini “Acaba bu devralma öne mi alındı?” düşüncesine bağladıysa da işin sırrının sadece Antalya kumsallarının çekiciliğinde olduğuna karar verdi. Üç arkadaş lavaboya bile nöbetleşe giderek, hiçbir şeyi gözden kaçırmamaya gayret ediyorlardı. Koca santral tıkır tıkır çalışıyor, sıcaktan kavrulan Türkiye’ye elektrik yetiştirmeye uğraşıyordu. Aşırı sıcaklar yüzünden milyonlarca klimanın tam kapasitede olması yüzünden meydana gelen aşırı yüklenme; santraller ve iletim hatları dahil bütün sistemi zorluyordu. Bu yüzden de Akkuyu nükleer santralinin  kesintisiz devrede olması çok önemliydi. Saatler öğleyi gösterip, güneş tepeye ulaşınca aşırı yüklenme pik yapmaya başlamıştı. Doğal gaz çevrim santrallerinde kısa süreli de olsa yaşanan üretim kesintileri sistemi iyice sarsıyordu. Yemekhaneye gitmeyip yemeklerini kontrol odasına getirtmişlerdi.  Tolga bir ara sigara içmek için dışarı çıkacağını söyledi. Sabahtan beri kontrol odası denilen bu penceresiz teknolojik hapishanede kapalı kalmışlardı. Sigara bahanesiyle bir hava alsa çok iyi gelecekti. Uzun bir koridoru geçip dışarı adımını atınca sanki bir fırın ağzına gelmiş gibi oldu. Gerçekten de dışarıda inanılmaz bir sıcak vardı. Yakasını iyice açıp, şöyle bir nefeslendi ve bir sigara yaktı. Gözü soğutma kulelerinden yükselen buharlarda, sigarayı yarı etmişti ki belindeki telefon çalmaya başladı. Cevap tuşuna basınca arkadaşlarından Hasan’ın endişeli yüzü karşısına geldi:  - Tolga hemen gelebilir misin? dedi arkadaşı.  - Galiba bir sorunumuz var?  Tolga neler olduğunu sormadı. Sigarasını hemen söndürerek kapıya doğru yürüdü. Binaya girince derinlerden gelen hafif bir uğultu duydu. Santralin yapısını bilen herkes bunu ne olduğunu iyi bilirdi: Acil durum jeneratörleri çalışmaya başlamıştı. Tolga bir yandan hızlı adımlarla kontrol odasına doğru yürürken bir yandan da elektrik kesintisinin nedenini düşünüyordu. Galiba sistemdeki aşırı yüklenme enterkonekte sistemin canına okumuştu.  Odaya girince ilk gördüğü şey arkadaşlarının yüzünde okuduğu endişe izleri oldu. Daha o bir şey sormadan:  - Pompa sistemi, dedi birisi.  - Pompa sisteminde arıza var. Hiçbiri çalışmıyor.  Şimdi endişelenme sırası Tolga’ya gelmişti. Birden kalp atışlarının hızlandığını hissetti.  - Teknik bölümü aradınız mı? diye sordu boğuk bir sesle.  - Aramaz olur muyuz? Hemen temas kurduk. Derhal gidip bakacaklarını söylediler.   Tolga göz ucuyla santralin hemen her yerini gösteren ekranlara bakınca koşuşturan teknik bölüm elemanlarını görebiliyordu. Sonra da gayri ihtiyari gösterge panelinin başına koştu. Şu anda anormal bir durum görünmüyordu. Reaktör ısısı hâlâ normal seviyedeydi. Ancak pompalar hemen tamir edilmezse yükseleceği gün gibi ortadaydı. Çünkü reaktöre giden soğutma suyunun kesilmesi reaktör kalbinin yani çekirdeğin ısınmasına yol açacaktı. En sonunda da herkesin ürktüğü şey gerçekleşebilirdi:  Reaktör ocağın üzerindeki boş çaydanlığa benzer ve nükleer yakıt erimeye başlardı. Kontrolden çıkan böyle bir şeyi hiçbir güç durduramaz ve etrafına radyasyon saçan erimiş yakıt yeri bile delerek aşağılara doğru ilerlerdi. Bunun literatürde tek bir adı vardı: Çin sendromu..  Tolga paniğe kapılmış gibi görünen arkadaşlarını sakinleştirmek için:  - Şimdilik merak edilecek bir şey yok arkadaşlar, dedi onlara.  - Reaktör ısısı normal görünüyor. Pompalar kısa bir sürede tamir edilirse bu olay tatsız bir anı olarak kalır o kadar.  - Ya kısa sürede yapılmazsa?  Tolga soruyu soran arkadaşına gülerek baktı:  -O zaman da Ruslara sorarız. Antalya’ya koşmayı nasıl bildilerse buna dair de bir şey söylerler bize.  Tekrar kapıya doğru hareketlenirken:  - Ben pompa dairesine gidiyorum, dedi.  - Bir şey olursa derhal arayın.  Kontrol odasından pompa dairesine giden çok uzun bir koridor vardı. Tolga Oraz, zaman zaman koşarak sonunda hedefine ulaşınca arı gibi çalışan mühendisleri ve diğer teknik elemanları gördü. Başlarında kan ter içinde çalışan Rus mühendisi tanıyordu. Heyecanla son durumu sorduğunda alnındaki terleri silen Oleg İvanov ümitsiz konuştu:  - Ben böyle bir şey görmedim Oraz, diye sızlandı.   - Şeytan işi sanki. Görünüşte hiçbir şey yok gibi. Ancak ne yaptıksa çalıştıramıyoruz. Bence hemen reaktörleri kapatın.  Sıkıntıyla başını sallayan Tolga,  - Anladım İvanov, dedi. - Yine de başarmanızı dört gözle bekleyeceğim. Oleg’in ümitsizliği devam ediyordu:  - Umarım…Hemen haber veririm size.  Aynen geldiği gibi koşarak kontrol odasına varınca birden tüyleri diken diken oldu. Alarmlar çoktan çalmaya başlamıştı. Kontrol odası tekdüze, sinir bozucu bir alarm sesiyle inliyordu. Çılgın gibi gösterge panosuna koştuğunda reaktör ısısının yükselmiş olduğunu görmekte gecikmedi. Geriye dönüp de arkadaşlarının panik dolu yüzlerini görünce “Allahım! Ben ne yapıyorum?” diye mırıldandı. Kendisini hemen toparlamalı ve vakit kaybetmeden harekete geçmeliydi. Panikteki arkadaşlarını sakinleştirmesi de cabası olacaktı. Her şeye rağmen gülümsemeye çalışarak:  - Arkadaşlar işte beklediğimiz an, diye konuştu.  - Şu kibirli Ruslara bu işi onlardan iyi yaptığımızı gösterelim.  (Devamı var)  
Ekleme Tarihi: 10 Ağustos 2022 - Çarşamba

HÂVİYEDEN DÖNÜŞ II

Çıkan kısmın Özeti: Akkuyu’da kurulu Nükleer Enerji santralinin beyni kontrol odasında görev Türk uzmanlar, tecrübeli Rus görevlilerin hep beraber günübirlik Antalya’ya gitmeleri üzerine dev bir sorumlulukla baş başa kalmışlardır…
…..
Tam bu sırada Türk işyerlerinin olmazsa olmazı çaycı girdi içeriye. İnce belli çay bardaklarını önlerine bırakınca birden keyifleri yerine geldi. Bir yandan çaylarını yudumlarken bir yandan da santralin önemli göstergelerini tek tek kontrol etmeye başladılar. Şu anda en önemli gösterge reaktör ısısıydı ve son derecede normal görünüyordu. 

Tolga Oraz kontrol odasında görevli Türk uzmanların en kıdemlisiydi. Yuşkov’a göre vardiya amirliğini çoktan hak etmişti ama Rosatom’un kurallarına göre kontrol odasında en az üç yıl görev yapması gerekiyordu. Yıllar önce ODTÜ’de fizik okurken Akkkuyu’ya Türk uzman yetiştirmek için yapılan çağrıya uymuş, girdiği bütün sınavları başararak Rusya’ya gitmeye hak kazanmıştı. 
Aslında o nükleer mühendis olmayı ta çocukluğunda kafasına koymuştu. Hatta daha ortaokul sıralarında iken sınıfa gelen vali ne olmak istediğini sorunca “Nükleer mühendis” cevabını vermiş ve adamı bir hayli şaşırtmıştı. Tolga’nın Rusya’daki eğitimi oldukça zorlu geçmişti. Bütün eğitimler Rusça olacağı için yoğun bir şekilde Rusça öğrenmiş, ardından da diğer Türk arkadaşlarıyla birlikte Moskova Nükleer Araştırma Üniversitesi’nde fizik mühendisliği tahsili yapmıştı. Fizik tahsilini nükleer mühendislik master’ı takip etmiş ve bütün bu eğitimler tamamlanınca da hep birlikte Akkuyu benzeri bir nükleer santralde staja başlamışlardı. Akkuyu işletmeye açılır açılmaz Türkiye’ye dönmüşler ve ta santralin çeşitli kademelerinde görev yaptıktan sonra tesisin kalbinde yani kontrol odasında çalışmaya başlamışlardı. 

Tolga bir an Rusların çekip gitmesini “Acaba bu devralma öne mi alındı?” düşüncesine bağladıysa da işin sırrının sadece Antalya kumsallarının çekiciliğinde olduğuna karar verdi. Üç arkadaş lavaboya bile nöbetleşe giderek, hiçbir şeyi gözden kaçırmamaya gayret ediyorlardı. Koca santral tıkır tıkır çalışıyor, sıcaktan kavrulan Türkiye’ye elektrik yetiştirmeye uğraşıyordu. Aşırı sıcaklar yüzünden milyonlarca klimanın tam kapasitede olması yüzünden meydana gelen aşırı yüklenme; santraller ve iletim hatları dahil bütün sistemi zorluyordu. Bu yüzden de Akkuyu nükleer santralinin  kesintisiz devrede olması çok önemliydi. Saatler öğleyi gösterip, güneş tepeye ulaşınca aşırı yüklenme pik yapmaya başlamıştı. Doğal gaz çevrim santrallerinde kısa süreli de olsa yaşanan üretim kesintileri sistemi iyice sarsıyordu. Yemekhaneye gitmeyip yemeklerini kontrol odasına getirtmişlerdi. 

Tolga bir ara sigara içmek için dışarı çıkacağını söyledi. Sabahtan beri kontrol odası denilen bu penceresiz teknolojik hapishanede kapalı kalmışlardı. Sigara bahanesiyle bir hava alsa çok iyi gelecekti. Uzun bir koridoru geçip dışarı adımını atınca sanki bir fırın ağzına gelmiş gibi oldu. Gerçekten de dışarıda inanılmaz bir sıcak vardı. Yakasını iyice açıp, şöyle bir nefeslendi ve bir sigara yaktı. Gözü soğutma kulelerinden yükselen buharlarda, sigarayı yarı etmişti ki belindeki telefon çalmaya başladı. Cevap tuşuna basınca arkadaşlarından Hasan’ın endişeli yüzü karşısına geldi:

 - Tolga hemen gelebilir misin? dedi arkadaşı. 
- Galiba bir sorunumuz var?

 Tolga neler olduğunu sormadı. Sigarasını hemen söndürerek kapıya doğru yürüdü. Binaya girince derinlerden gelen hafif bir uğultu duydu. Santralin yapısını bilen herkes bunu ne olduğunu iyi bilirdi: Acil durum jeneratörleri çalışmaya başlamıştı. Tolga bir yandan hızlı adımlarla kontrol odasına doğru yürürken bir yandan da elektrik kesintisinin nedenini düşünüyordu. Galiba sistemdeki aşırı yüklenme enterkonekte sistemin canına okumuştu. 

Odaya girince ilk gördüğü şey arkadaşlarının yüzünde okuduğu endişe izleri oldu. Daha o bir şey sormadan:

 - Pompa sistemi, dedi birisi.
 - Pompa sisteminde arıza var. Hiçbiri çalışmıyor. 

Şimdi endişelenme sırası Tolga’ya gelmişti. Birden kalp atışlarının hızlandığını hissetti.
 - Teknik bölümü aradınız mı? diye sordu boğuk bir sesle.
 - Aramaz olur muyuz? Hemen temas kurduk. Derhal gidip bakacaklarını söylediler. 

 Tolga göz ucuyla santralin hemen her yerini gösteren ekranlara bakınca koşuşturan teknik bölüm elemanlarını görebiliyordu. Sonra da gayri ihtiyari gösterge panelinin başına koştu. Şu anda anormal bir durum görünmüyordu. Reaktör ısısı hâlâ normal seviyedeydi. Ancak pompalar hemen tamir edilmezse yükseleceği gün gibi ortadaydı. Çünkü reaktöre giden soğutma suyunun kesilmesi reaktör kalbinin yani çekirdeğin ısınmasına yol açacaktı. En sonunda da herkesin ürktüğü şey gerçekleşebilirdi: 

Reaktör ocağın üzerindeki boş çaydanlığa benzer ve nükleer yakıt erimeye başlardı. Kontrolden çıkan böyle bir şeyi hiçbir güç durduramaz ve etrafına radyasyon saçan erimiş yakıt yeri bile delerek aşağılara doğru ilerlerdi. Bunun literatürde tek bir adı vardı: Çin sendromu.. 

Tolga paniğe kapılmış gibi görünen arkadaşlarını sakinleştirmek için: 
- Şimdilik merak edilecek bir şey yok arkadaşlar, dedi onlara. 
- Reaktör ısısı normal görünüyor. Pompalar kısa bir sürede tamir edilirse bu olay tatsız bir anı olarak kalır o kadar. 
- Ya kısa sürede yapılmazsa? 

Tolga soruyu soran arkadaşına gülerek baktı:
 -O zaman da Ruslara sorarız. Antalya’ya koşmayı nasıl bildilerse buna dair de bir şey söylerler bize.
 Tekrar kapıya doğru hareketlenirken:
 - Ben pompa dairesine gidiyorum, dedi. 
- Bir şey olursa derhal arayın. 

Kontrol odasından pompa dairesine giden çok uzun bir koridor vardı. Tolga Oraz, zaman zaman koşarak sonunda hedefine ulaşınca arı gibi çalışan mühendisleri ve diğer teknik elemanları gördü. Başlarında kan ter içinde çalışan Rus mühendisi tanıyordu. Heyecanla son durumu sorduğunda alnındaki terleri silen Oleg İvanov ümitsiz konuştu:

 - Ben böyle bir şey görmedim Oraz, diye sızlandı. 
 - Şeytan işi sanki. Görünüşte hiçbir şey yok gibi. Ancak ne yaptıksa çalıştıramıyoruz. Bence hemen reaktörleri kapatın.
 Sıkıntıyla başını sallayan Tolga,
 - Anladım İvanov, dedi. - Yine de başarmanızı dört gözle bekleyeceğim. Oleg’in ümitsizliği devam ediyordu: 
- Umarım…Hemen haber veririm size. 

Aynen geldiği gibi koşarak kontrol odasına varınca birden tüyleri diken diken oldu. Alarmlar çoktan çalmaya başlamıştı. Kontrol odası tekdüze, sinir bozucu bir alarm sesiyle inliyordu. Çılgın gibi gösterge panosuna koştuğunda reaktör ısısının yükselmiş olduğunu görmekte gecikmedi. Geriye dönüp de arkadaşlarının panik dolu yüzlerini görünce “Allahım! Ben ne yapıyorum?” diye mırıldandı. Kendisini hemen toparlamalı ve vakit kaybetmeden harekete geçmeliydi. Panikteki arkadaşlarını sakinleştirmesi de cabası olacaktı. Her şeye rağmen gülümsemeye çalışarak: 

- Arkadaşlar işte beklediğimiz an, diye konuştu. 
- Şu kibirli Ruslara bu işi onlardan iyi yaptığımızı gösterelim. 

(Devamı var)

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve rizeninsesi.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
timbir - birlik haber ajansi