Bugüne kadar olup biten tüm depremlerde “Allah’tan geldi, ne yapalım? Bu bir kader, kader planımızda vardı” gibi klişe, durumu kurtarmaya, sorumluluğu Yaratıcı’ya atmaya gayret edildi. Ta 1939 Erzincan Depreminden bu yana sadece arama kurtarma planında bir şeyler yapıldı. Kızılay’ın ucu sivri, Nuhu Nebi’den kalma çadırları bu anlayışın sembolü oldu.
Özellikle, bu satırların yazarının da yaşadığı 17 Ağustos Büyük Marmara depremi bir milat kabul edilerek şöyle yapacağız, böyle yapacağız denilerek, gerçekten dünyadaki benzerlerine göre eksiksiz kanun ve yönetmelikler hazırlandı. Ancak uygulamaya gelince hem devlet ve belediyeler, hem mühendisler ve de “Altın makaslarla yerleşime açıkları siteleri bugün yerle bir olan “ müteahhitler tam anlamıyla sınıfta kaldılar.
Siyasi ve ekonomik rant her şeye galip gelince her şey unutuldu. Ünlü ata sözümüz “Bişi olmaz” en geçer akçe kabul edilerek, peş peşe kaçak göçek, çürük çarık, betondan tabutlarla şehirlerimiz tezyin(!) edildi. Bir de bunun üstüne hepsini affeden imar barışları ard arda çıkınca “Depremin en çok sevdiği” dekor tamam oldu.
İşte şimdi görüyoruz: On güzide şehrimizi kapsayan çok geniş bir alanda inanılmaz bir yıkım meydana geldi. An itibariyle can kaybı 22 bine yaklaşırken henüz açılmayan çok sayıda enkaz olduğunu biliyoruz. Allah’tan niyazımız, daha fazlasının olmaması. Binaların ne ölçüde hasarlı olduğu bilinmediğinden milyonlarca depremzede de dondurucu şubatın ayaz gecelerini dışarıda veya sığındıkları geçici barınma yerlerinde geçiriyor.
Şimdi kader diyenler hâlâ var da ben de bu işte bir parça kader olduğuna inanıyorum. Şöyle ki: Yaşamış olduğumuz büyük ekonomik krizde çürük evlerde yaşayan insanlarımız, yeni ve sağlam evler satın alabildiler de gitmediler mi? Şu sıralarda inşaatın m. karesi arsa hariç 10 bin lirayı geçmişken, yoksulluk sınırı altında yaşayan milyonlarca insan sağlam bir ev alabilme hayali kurabilir mi? Bırakın daire fiyatları en azından üç milyonu geçen İstanbul’u, Anadolu’nun herhangi bir şehrinde iki milyonun altında satılan bir konut bulabilir mısınız?
İşte bu basbayağı bir kaderdir ve ne zaman, nasıl aşılabileceğine dair hiçbir emare de yoktur. İşte o zamanda her gün Allah’a yakarıp, bizi böyle korkunç yıkımlardan kurtarmasını beklemekten başka bir çaremiz var mı?