Kendine ait kelimeleri olanların az ama emanet repliklerle hayat tüketenlerin çok olduğu ülkemde; araba camlarına, “beni yıka” yazarak, arabanın duygularına bile tercüman olan bu toprağın insanı, kadınların sesine neden kayıtsız kalıyor !
Gerçek ne film replikleri gibi, ne de düşlerdeki gibi...
Kadının Türkiye hikâyesi, yorgun…
Bedeninde ki morluklarla…
Ruhunda ki yaralarla…
Kalbinde ki kırıklarla…
Her birinin bir hikâyesi var.
Kimi anlatılası...
Kimi saklanılası…
Halbuki bu hikaye genelde,
"Bir yastıkta kocayın" dua ve temennisi ile kutlama yapılarak başlar.
O çift kişilik tek yastıkla başlayan hikaye, sonradan tek kişilik iki ayrı yastıkla (küs yattığı) devam eden bir kabusa dönüşün habercisi !
Takii çiftlerin aynı yatakta aldığı nefes birbirlerini rahatsız etmeye başlayıp, ekonomik özgürlükler ve saygının azalmaya başlamasıyla "2 millet tek devlet" gibi olması gereken aile yapısında çatırdamalar başlayana dek.
Köprüden önceki son çıkış tabelasını, hırsından veya ben (bireycilik) düşüncesinden görmeyen kadın/erkek yolun diğer tarafına düşüncesizce hızla savrulur. Her şeyden herkesten medet umar hale gelir.
Öyleki;
"Bak bende envai çeşit ürün var. Kabir azabından koruyan kutsanmış su var.
Yanmaz kefen var. Okunmuş daireler, ofisler var. Kerametli yataklar var".
Diyen şarlatanlara akın edenler bile azımsanmayacak sayıda !
Özel seanslarla hastaya şifa, kızlara koca, ayrı çiftleri birleştirme, birliktelikleri ayırma amacıyla muska, kaşık büyüsü yapanların eline düşenlerin oluşturdugu çoğalmış bir tablo var karşımızda.
–
Öfkelenir de adam, alır ceketini çıkar, vakitli vakitsiz demeden evden.
Ben hiç görmedim, vakti saati uygun da olsa, alıp başını çekip giden bir kadın.
Bir kısım kadın, üzülünce mutfağa girer...
soğan soyar,
patlıcan kızartır,
pirinç, mercimek ayıklar.
Sözde mutfağa girer ama
kendince bir başka da dünyaya gider.
Her zamankinden daha özenle yapar yemeklerini böyle zamanlarda.
İnce ince...
özene özene…
Normal bir günde ‘amaannn…’ deyivereceği detayları atlamadan.
Sanki göremediği inceliği anarcasına. Bulamadığı karşılığı yad edercesine, kendini vererek yapar…
Ama siz kadını, o kapıyı çarparken anlamadığınız gibi, yine anlamaz, sevinirsiniz… Sofranızdaki bu itinayı hemen üzerinize alınıverirsiniz…
“Benim ona yaşattığım çirkinlikten, bu güzellik nasıl geri döndü bana” demezsiniz…
Bari artık bilin.
Bilin de sevinmeyin, siz de üzülün.
Yemekleri güzel olan kadınların, çileleri büyük olur.
–
Bir kısım kadın mutfağa girerken,
Bir diğeri kuaföre...
Çok az bir kısım ise aile danışmanı, polis ve avukata gider bizim memlekette...
Bütün bunların ötesinde canice, vahşice insanlık dışı metodlarla işlenilen cinayetler var.
Evet…
Bizim güzel ülkemizde çirkin bir tablo, Kadın Cinayetlerini Haziran 2020 Raporu:
2020 Haziran ayında, erkekler tarafından 27 kadının öldürüldüğünü, 23 kadının şüpheli şekilde ölü bulunduğunu…
14’ü evinde, 7’si sokak ortasında, 1’i işyerinde, 1’i de bir arazide öldürülen kadınlar… 4 kadının, nerede öldürüldüğünün tespit edilemediği…
15’i ateşli silahlarla, 8’i kesici aletle ve 3’ü de boğularak öldürülen kadınlar...
Unuttuk mu?
#GüledaCankel
#CerenÖzdemir
#AyşeTuba
#EmineBulut
#ŞüleÇet
ve onlarcası...
Şiddet hemen her yerde.
Trafikte…
Tribünde…
Evde…
İşyerinde…
Toplumun yarattığı dil ve tavırdan tutun, dizilerin ve haber bültenlerinin yarattığı şiddete kadar. İnsanlığımıza, çocuk ve kadın bedenine yönelik saldırıların, sıradanlaştığı bir dönemi yaşıyoruz.
Bu sorunları çözmekle görevlendirdiğimiz yetkililerce sergilenen; “Kafa tutma-kabadayı-horozlanma’’ tavırlarına meraklı, kafa şişiren-beyin pişiren aktörlerin yerine çare bulan, sorun çözen düzeyli ses tonu ile konuşan hatta hiç konuşmayan sadece işini yapanlar doğrusu bana-bize iyi gelirdi !
Bizler, ancak dur diyor, yeter diye ekleyebiliyoruz.