Ne güzel demiş, Cahit Sıtkı Tarancı “Memleket isterim, ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun. Kış günü herkesin evi barkı olsun.” İşte bu güzel dizeleri devlete de uyarlayabiliriz “Devlet isterim, zengini de fakiri de olmasın eşitlik olsun. Devlet isterim, yoksulluğu işsizliği tarihe gömsün".
İnsanlık tarihinde belli bir aşamada ve belirli koşulların sonucu tarih sahnesine çıkmıştır devlet kavramı. Özel mülkiyetin ortaya çıkışı, böylece toplumun karşıt çıkarlara sahip sınıflara bölünmesi devletin oluşumunun kaynağıdır. İlk devletler köle sahiplerinin hizmetindedir.
Kural şudur, Üretim araçlarına sahip olanlar son tahlilde devlet aygıtına da sahiptirler. Başka deyişle, ekonomik olarak kudret sahipleri siyasal yönden de kudretlidirler.
Kapitalist toplumlarda da devlet aygıtı kapitalist karakter taşır. Yani kapitalist rejimlerde devlet ekonomik yönden güçlü büyük patronların, dev şirketlerin hizmetindedir. Tabiiki de vatandaşın hizmetinde olduğü gibi halkında hizmetindedir !
En çok karıştırılan meselelerden birisi de ülke ile devletin özdeş görülmesidir. Ülke çıkarları ile devlet çıkarları dima aynı yönde değildir. Hatta kapitalist rejimlerde çoğu defa karşıttır bu çıkarlar. Devletin politikaları, ülke ya da toplumun çıkarlarına ters düşebilmektedir sıklıkla. Çünkü devlet yönetiminde hangi ekonomik ve politik güçler egemense o kesimlerin çıkarları ve ihtiyaçları devletin iç ve dış siyasetine yön vermektedir.
Can alıcı sorumuzu soralım. Evrende bir Ülke düşünün ki bu ülkede, dev holdinglerin ve tarikatların egemenliği söz konusuyken, devlet bu kesimlerin çıkarlarına mı hizmet eder, yahut ülkenin ve toplumun çıkarlarına mı ?
Ve bu ülkede 13 kişinin servetinin nüfusun yarısının servetinden daha fazla olması durumunda devlet tarafsız, eşitlikçi ve herkesin olabilir mi ? Eşitsizliğin olduğu yerde devlet eşit davranabilir mı ?
Kocaman bir HAYIR dediğinizi duyar gibiyim.
Devlet denilen mekanizmada bazı aparatları tercihlere göre şekillenir.
Sanayi deki ve ekonomik yönetimindeki tercihlerde bunların biridir.
Bu ve benzeri terciler ülkenin geleceği yonununden yaşamı önem arz eder.
Son yaşanan depremde o enkazın altında sadece vatandaşlarımız kalmadı.
Depremin enkazı altında kalanlardan birisi de piyasa düzenidir.
Piyasa ya da özel sektör mantığının kamu yararı ile bağdaşmadığını gördük.
Piyasa ekonomisi özel sektör üzerine kuruludur. Piyasa düzeninde, insan yaşamını ilgilendiren temel malların ve hizmetlerin üretimi devlet tarafından değil, özel firmalar tarafından gerçekleştirilir. Kaçınılmaz olarak azami kâr esastır. Toplumun ya da ülkenin ihtiyaçlarından ziyade sermayesinin büyümesi esastır özel sektör için.
Piyasa ekonomisinin işleyişi kaçınılmaz olarak kaynakların (zenginliklerin) özel sektörün dev şirketlerinin elinde toplanmasına neden olur. Enerji, inşaat, bankalar, gıda, ulaşım araçları, iletişim alanı ve benzeri her türlü temel sektörler. Kaynaklar özel sektörün elinde toplanınca toplumun ihtiyaçlarını karşılamak ve insan yaşamını kolaylaştırmak mümkün olmaktan çıkmaktadır. Oysa özel sektörün elinde muazzam bir kaynak birikmiştir. Bu kaynaklarla işsizlik, yoksulluk, barınma, aydınlanma, ısınma gibi temel sorunları çözmek mümkündür.
Ama piyasa insandan daha değerlidir !
Duymuşsunuzdur; depremin ilk günü çimento şirketlerinin hisseleri borsada yükselişe geçti. Battaniye ve benzeri malzemelerin satışını yapan işyerleri deprem sonrası satış fiyatlarına ayar çektiler. Bu yaşananlar hepimizi öfkelendirdi doğal olarak. Lakin piyasa ekonomisi denilen mekanizma düpedüz budur zaten. Ülkemizde de dünyada da inceleyin, tüm kriz dönemlerinde krizi fırsata çeviren bir özel sektör çıkar karşınıza.
Arz ve talep ilişkisi ile maksimum kazanç elde etmek üzerine kurulu değil midir zaten özel sektör düzeni ?
Deprem bağlamında yaşanan büyük felaket devlet olgusu üzerine tekrar düşünmemizi, devlete yönelik yaklaşımımızı sorgulamamızı gerektiriyor kanımca.
Bu işin ekonomik adil paylaşım yani adil düzen tarafıdır.
Birde Ahlaki tarafı var. Bir ülkenin geleceği ve ilerlemesi sadece sağlam kalelerle, güzel binalara ve milli gelirine değil,
insanların ahlaki değerlerine bağlıdır.
(Martin Luther King)
Ahlak; insanın doğuştan getirdiği ya da sonradan kazandığı birtakım tutum ve davranışların tümüdür.
Özünde ahlaklı olmak demek, temiz insan olmak demektir.
Temiz ahlaklı olan bir fert,
Hırsızlık yapmaz.
Kul hakkı yemez.
AHLAKLI İNSAN işyerini daha iyi fiyata kiraya vermek için çok katlı apartmanın kolonunu, kirişini kesmez.
AHLAKLI İNSAN göz göre insan hayatını hiçe sayan binalar inşa etmez, ettirmez arkadaş !
Bu ülkede ahlak, doğru insan olmak olarak değil de sadece etek boyu ve kadın teni olarak algılandığı sürece,
"Elin Japon'una bak !
Doğru dürüst dinleri yok !
Doğru dürüst tarihleri bile yok.
Onlarda daha güçlü depremler olduğu halde, onların evleri yıkılmıyor, bizimkiler toz duman oldu."
Demeye devam ederiz.
Anasayfa
Yazarlar
Mustafa Barış ÖZTÜRK
Yazı Detayı
Bu yazı 484+ kez okundu.
Memleket İsterim
Ne güzel demiş, Cahit Sıtkı Tarancı “Memleket isterim, ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun. Kış günü herkesin evi barkı olsun.” İşte bu güzel dizeleri devlete de uyarlayabiliriz “Devlet isterim, zengini de fakiri de olmasın eşitlik olsun. Devlet isterim, yoksulluğu işsizliği tarihe gömsün".
İnsanlık tarihinde belli bir aşamada ve belirli koşulların sonucu tarih sahnesine çıkmıştır devlet kavramı. Özel mülkiyetin ortaya çıkışı, böylece toplumun karşıt çıkarlara sahip sınıflara bölünmesi devletin oluşumunun kaynağıdır. İlk devletler köle sahiplerinin hizmetindedir.
Kural şudur, Üretim araçlarına sahip olanlar son tahlilde devlet aygıtına da sahiptirler. Başka deyişle, ekonomik olarak kudret sahipleri siyasal yönden de kudretlidirler.
Kapitalist toplumlarda da devlet aygıtı kapitalist karakter taşır. Yani kapitalist rejimlerde devlet ekonomik yönden güçlü büyük patronların, dev şirketlerin hizmetindedir. Tabiiki de vatandaşın hizmetinde olduğü gibi halkında hizmetindedir !
En çok karıştırılan meselelerden birisi de ülke ile devletin özdeş görülmesidir. Ülke çıkarları ile devlet çıkarları dima aynı yönde değildir. Hatta kapitalist rejimlerde çoğu defa karşıttır bu çıkarlar. Devletin politikaları, ülke ya da toplumun çıkarlarına ters düşebilmektedir sıklıkla. Çünkü devlet yönetiminde hangi ekonomik ve politik güçler egemense o kesimlerin çıkarları ve ihtiyaçları devletin iç ve dış siyasetine yön vermektedir.
Can alıcı sorumuzu soralım. Evrende bir Ülke düşünün ki bu ülkede, dev holdinglerin ve tarikatların egemenliği söz konusuyken, devlet bu kesimlerin çıkarlarına mı hizmet eder, yahut ülkenin ve toplumun çıkarlarına mı ?
Ve bu ülkede 13 kişinin servetinin nüfusun yarısının servetinden daha fazla olması durumunda devlet tarafsız, eşitlikçi ve herkesin olabilir mi ? Eşitsizliğin olduğu yerde devlet eşit davranabilir mı ?
Kocaman bir HAYIR dediğinizi duyar gibiyim.
Devlet denilen mekanizmada bazı aparatları tercihlere göre şekillenir.
Sanayi deki ve ekonomik yönetimindeki tercihlerde bunların biridir.
Bu ve benzeri terciler ülkenin geleceği yonununden yaşamı önem arz eder.
Son yaşanan depremde o enkazın altında sadece vatandaşlarımız kalmadı.
Depremin enkazı altında kalanlardan birisi de piyasa düzenidir.
Piyasa ya da özel sektör mantığının kamu yararı ile bağdaşmadığını gördük.
Piyasa ekonomisi özel sektör üzerine kuruludur. Piyasa düzeninde, insan yaşamını ilgilendiren temel malların ve hizmetlerin üretimi devlet tarafından değil, özel firmalar tarafından gerçekleştirilir. Kaçınılmaz olarak azami kâr esastır. Toplumun ya da ülkenin ihtiyaçlarından ziyade sermayesinin büyümesi esastır özel sektör için.
Piyasa ekonomisinin işleyişi kaçınılmaz olarak kaynakların (zenginliklerin) özel sektörün dev şirketlerinin elinde toplanmasına neden olur. Enerji, inşaat, bankalar, gıda, ulaşım araçları, iletişim alanı ve benzeri her türlü temel sektörler. Kaynaklar özel sektörün elinde toplanınca toplumun ihtiyaçlarını karşılamak ve insan yaşamını kolaylaştırmak mümkün olmaktan çıkmaktadır. Oysa özel sektörün elinde muazzam bir kaynak birikmiştir. Bu kaynaklarla işsizlik, yoksulluk, barınma, aydınlanma, ısınma gibi temel sorunları çözmek mümkündür.
Ama piyasa insandan daha değerlidir !
Duymuşsunuzdur; depremin ilk günü çimento şirketlerinin hisseleri borsada yükselişe geçti. Battaniye ve benzeri malzemelerin satışını yapan işyerleri deprem sonrası satış fiyatlarına ayar çektiler. Bu yaşananlar hepimizi öfkelendirdi doğal olarak. Lakin piyasa ekonomisi denilen mekanizma düpedüz budur zaten. Ülkemizde de dünyada da inceleyin, tüm kriz dönemlerinde krizi fırsata çeviren bir özel sektör çıkar karşınıza.
Arz ve talep ilişkisi ile maksimum kazanç elde etmek üzerine kurulu değil midir zaten özel sektör düzeni ?
Deprem bağlamında yaşanan büyük felaket devlet olgusu üzerine tekrar düşünmemizi, devlete yönelik yaklaşımımızı sorgulamamızı gerektiriyor kanımca.
Bu işin ekonomik adil paylaşım yani adil düzen tarafıdır.
Birde Ahlaki tarafı var. Bir ülkenin geleceği ve ilerlemesi sadece sağlam kalelerle, güzel binalara ve milli gelirine değil,
insanların ahlaki değerlerine bağlıdır.
(Martin Luther King)
Ahlak; insanın doğuştan getirdiği ya da sonradan kazandığı birtakım tutum ve davranışların tümüdür.
Özünde ahlaklı olmak demek, temiz insan olmak demektir.
Temiz ahlaklı olan bir fert,
Hırsızlık yapmaz.
Kul hakkı yemez.
AHLAKLI İNSAN işyerini daha iyi fiyata kiraya vermek için çok katlı apartmanın kolonunu, kirişini kesmez.
AHLAKLI İNSAN göz göre insan hayatını hiçe sayan binalar inşa etmez, ettirmez arkadaş !
Bu ülkede ahlak, doğru insan olmak olarak değil de sadece etek boyu ve kadın teni olarak algılandığı sürece,
"Elin Japon'una bak !
Doğru dürüst dinleri yok !
Doğru dürüst tarihleri bile yok.
Onlarda daha güçlü depremler olduğu halde, onların evleri yıkılmıyor, bizimkiler toz duman oldu."
Demeye devam ederiz.
Ekleme
Tarihi: 28 Şubat 2023 - Salı
Memleket İsterim
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.