Hadi gelin!
Sizinle bir yolculuğa çıkalım.
Otobüs yolculukları ayrı bir keyiftir, tabiki nereye ne için gittiğimiz göre keyf degişkendir.
Şehirlerarası yolcu otobüsü deyince akla hemen kavuşma gelir, sevdiklerimize, dostlarımıza, yeni başlangıçlara...
Ne anılarla yüklüdürler, geçmişten bugüne.
Aklımızdan hiç çıkmayan o anılar işte satırlara böyle döküldü Mesut Bey'in ölümü üzerine.
***
Gözümüze bir kara fırının tozlu, puslu ampulleri ilişti. O fırından sıcacık bir ekmek almak geçti içimizden.
Gençlik kollarından biri şöförü durdurdu Vakfikebirde Çavuşoğlu Fırınının önünde. Tam altı tane büyük ekmek aldık, sıcak sıcak.
Yanda ki bakkaldan kaşar alma işi bana düşmüştü...
Fazla zaman kaybetmemek için mola vermeden o trabzon ekmekleri ile kaşarı otobüste yemiştik.
Yeme içme faslı bittikten sonra ben bir kitaba daldım, diğerleri koyu bir sohbete. Bazen siyaset bazen futbol.... Akşam en çok ertesi gün yapılacak ANAP kongresi üzerine konuşulmuştu.
Işıklar söndü.
Yol çizgileri birbiri ardınca otobüse yaklaşır, kaybolurdu.
Bir ara kitabı bırakıp dışarıya baktım.
Gözüme hızla yaklaşan bir karayolları levhası ilişti, uzun bir rampada sisler arasında...
" Samsun 114 kilometre"
Rize’den yola çıkalı 4 saat olmuş, Trabzon, Giresun, Ordu geride kalmıştı.
Otobüs sessiz bir karanlıkta ilerliyordu.
Herkes uykudadır o sıra.
Kilometreler geride kalır.
Vakit gece yarısını çoktan geçmişti.
Bulutların arasından bir ara ayı görmüştüm.
Akşamın sessiz karanlığında bir tesise girdi otobüs.
Arkadaşlar (Mesut Bey'i seven hemşerileri) indi gerinip esneyerek, uykulu gözlerle.
Hoparlörden cızırtılı bir ses yayıldı ansızın:
“ Rize'den Ankara'ya gitmekte olan değerli yolcular, Ruşe'nin Yerine hoş geldiniz, kaptanınız yarım saat yemek ve ihtiyaç molası vermiştir. Çaylar Mesut beyin ikramıdır.”
Evet, o zaman da siyasette çay önemliydi !
Uykusu henüz açılmamış insanlar bu alışılmışılmamış davet üzerine, tebessüm etmişti.
Yarım saatlik mola bittiğinde
Çay bardağımız bile soğumamıştır henüz.
Ama bizim acelemiz vardı.
Rüşen dayı bize otobüse kadar eşlik edip, iyi yolculuklar dilemişti.
Nede olsa gün görmüş geçirmiş insan, Rize sevdalısı Rize'li dostu.
El sallarken,
'Hamsinin kavağa çıkacağını hissetmiş' bir hali vardı.
Anons duyulmuş, arkadaşlar koltuklara yerleşmişler, otobüs hareket etmişti.
Kaptan radyoda istasyon arar.. Yeniden uykuya dalıncaya kadar, bir şarkı yayılır usul usul.
"Gözlerinin içine başka hayal girmesin,
bana ait çizgiler dikkat et silinmesin."
Muavin limonlu kolonya ikram etmiştir avuçlara.
Sonra herkes kendi kabuğuna çekilmiş, sürücü ışıkları söndürmüştü. Tavandaki kırmızı ışıklar parıldiyordu koridor boyunca...
Otobüs kasabalardan geçerken küçücük bir sarsıntı ile uyanırdım.
Demir direklerin ucundaki eski sokak lambalarının ışığı köşebaşlarını, sokak girişlerini aydınlatıyordu.
Kasabalar, köyler, benzin istasyonları geçilip, kilometreler eriyordu.
Ankara'ya girdiğimizde güneş yeni doğmuştu.
Arkadaşlar yavaş yavaş uyanır, hazırlanır.
Kent merkezine yaklaştıkça otomobillerin, otobüslerin, köprülü kavşakların, taksilerin, apartmanların, dolmuşların sayısı giderek artar.
Trafik, kirlilik ve gürültü yoğunlaşır.
Sessiz gece yolculuğundan geriye hiçbir şey kalmaz.
Otobüsümüz kongrenin yapılacağı Atatürk Spor salonuna girer.
Sonrası mı?
1991 yılının 15 Haziranı'nda yapılan Anap 3. Olağan Kongresinde, Mesut Yılmaz ilk turda 580, Keçeciler tarafından desteklenen Yıldırım Akbulut 557 ve Hasan Celal Güzel 20 oy alır.
ikinci turda Mesut Bey 631 alarak Anap genel başkanı olur.
***
Şimdi gelelim bu yolculuğu neden anlatmış olmama...
O günlerde birkaç Rizeli arkadaşımla birlikte Ankara da universitede okuyorduk. Mesut beyin başbakanlığı dönemini bu sayede yakinen gördüm yaşadım.
O günlerde çevresinde pervane olanlar'ın bir kısmı sonrasında sırra kadem bastılar.
O günlerdeki Yalaka takımının ilk 11'ini saysam, yıllara rağmen kadroda fazlaca bir değişiklik olmadan başkaca takımlara transfer olduklarını görürsünüz.
Bir tarafta benim yaşamış olduğum gibi buna benzer yüzlerce, binlerce yaşanmışlık, anılar varken...
Birileri vardır, ne yazıkki.
Şeref yoksunu kimseler vardır ölülerin ardından konuşan. Genelde deprem, sel gibi afetler sonrası ruhlarındaki kirliliği yansıtırlar; kendilerince taraf oldukları durumun mutluluğunu yaşamak, paye almak, alkışlanmak adına onursuzca yazarak, insanları incitmek isterler. İnsanlıktan uzaklaşmış, empati yoksunu, farklılıklarını kabullenemeyen bu insani duygulardan uzaklaşmış olanlar kin nefret kusarlar tabiiki klavyeden...
Ülkede binaların betonundan, demirden çalınırda; insanların insanlıklarından vicdanları ve akıllarından çalınmaz mı?
İzmir’deki depreme veya Mesut Bey’ın ölümüne sevinmek nasıl bir ruh hali?
Nereye koyalım bu ifadeleri bilemedim.
Şimdi, konuşun bakalım !
Ama konuştuklarınızın betonunu, demirini çalmadan KONUŞUN !