Çağımızda, insanları en kolay kandırmanın yolunu böyle bulmuşlar.
Şimdi size yapacağımız bazı açıklamaları duyduğunuzda, “nasıl da kandırılmışız” diye hayıflanacaksınız.
Yalnız öncelikle, daha bu sabah ders başı yapan milyonlarca öğrencimiz için tehlikeleri göz önüne serelim. Çünkü bu bilinçaltı mesajları, çoğunlukla onlar içindir. Onlar, küresel sermayenin en büyük müşterileridir.
Subliminal mesaj dediğimiz, gözle görünen, kulakla işitilen bir şey değil. O, doğrudan doğruya bilinçaltına hitap ediyor ve bunu yapanlar, işi çok iyi biliyor. Çünkü kulağımız, belirli aralıklardaki sesleri duyabilirken, bilinçaltımız, bundan çok daha yüksek veya alçak sesleri de algılayabilmektedir. Bu, duymak veya görmek değil, algılamaktır. Bir örnekle açıklayalım.
Bir diş macunu reklamında size ne kadar macun kullanacağınızı bin defa söyleseler, o macunu fırçaya sürerken kullandığı miktar kadar kullanacağınızı yine de anlayamazsınız. Ama reklamda macunu fırçasına sürerken kullandığı miktarı görünce, ha “bu kadar kullanacaktık” dersiniz ve bu ömür boyu sürer. Ayrıca da çok miktarda kullanırlar ki, macunu çabucak tüketin de yenisini satın alın. O da ayrı bir konu… Bizim gibi üretmeyen toplumlar, bu yolla vahşi bir tüketici haline getirildi. 3 ayda bir diş fırçanızı değiştirmeniz de istenir sizden. Buradaki amaç da tüketimi artırmak, bu yolla bol para kazanmaktır. Yoksa plastik maddeden yapılan diş fırçası, nasıl bir kir tutuyor ki, 3 ayda bir değiştirilsin.
Yine marka tercihleri de, görsel olarak sizin adeta gözünüze sokulur. Görselin arasına yerleştirilen şekil veya resim, sizi markette hemen o markaya yönlendirecektir.
Çocuklarda bu çok daha gelişmiş şekildedir. Onlar, sözden değil hareketten anlarlar ve verilen uyarıcıları sorgusuz bir şekilde kabul ederler. Böylece, ileride kolayca değiştirilemeyecek alışkanlıklar, ilişki modelleri geliştirirler ve bunu da ömür boyu kullanırlar. Çünkü onları belleklerine kaydetmişlerdir.
Anne-babalar bu anlamda işin kolayına kaçarak çocuklarını, daha kolay öğrenirler diye televizyona mahkûm edince de ortaya karmakarışık bir durum çıkar.
Eğitim ve öğretime yeni başlayan çocuklar üzerinde biraz daha durup, bu bilinçaltı mesajların nasıl yayıldığını açıklayacağız yazımıza son vereceğiz.
Yaşanan korona virüsü salgını yüzünden, çocuklar bildiğimiz anlamda ders başı yapamadı adeta ekran başı yaptı. Bu, ne kadar sürecek orası bilinmez fakat bunun ilânihaye sürmesi de beklenemez. Çünkü çocuk, daha doğrusu öğrenci, dersi en iyi sınıfta öğrenir. Yani yüz yüze eğitimle… Eğitim, motamot bilgileri öğrencilerin kafasına sokmak değildir. Bilakis çocuk, karşılıklı iletişimle, etkileşimle sosyalleşir. Yoksa evde ekran başında öğrenilen bilgiler, ne doğru dürüst akılda kalır, ne de ileriki zamanlarda işe yarar.
O yüzden Milli Eğitim Bakanlığı, çok iyi bir planlama yapmalı, bir an önce yüz yüze eğitime geçmenin yollarını aramalıdır. Hâlâ uzaktan eğitimi savunanların olduğunu bilmekteyim; onlara da hak veririm ama tezimde de ısrarcıyım. “Ders, en ini sınıfta öğrenilir”
Şimdi bir pilot okul uygulaması düşünülmektedir. Yani bazı okullarda kontrollü bir şekilde yüz yüze eğitim yapıp bunun sonuçlarına bakmak istiyorlar. Bunun işe yarayabileceğini düşünenlerdenim.
Üniversite kayıtları da bu hafta başladı. Onlarda da durum aynıdır. İlk başta uzaktan eğitim verilebilecek belki ama yine de yüz yüze eğitimi zorlamalı… Nihayetinde bu geçici bir durumdur. Bu virüsten kurtulup normal hayatımıza döndüğümüzde, yeni bir belaya duçar bırakılana kadar eski yaşantımızı sürdürebileceğiz. Bunun tadını çıkarmalıyız.
Söz verdiğim gibi, subliminal mesaj hakkında da bazı örnekler vererek, konuyu açıklığa kavuşturmalıyız.
Buna televizyon tekniğinde 25’inci kare deniliyor. Açıklayalım efendim! Televizyon tekniğinde, görüntü penceresinin önünden bir saniyede tam 24 kare geçmektedir. Buna bir kare eklemek, teknik açıdan bir sorun doğurmazken, izleyiciler açısından gözle göremedikleri ama bilinçaltına attıkları bir durum oluşuyor. Çünkü olay, saniyenin 25’te birinde gerçekleşiyor ve biz bunu göremiyoruz ancak algılayabiliyoruz. Bu, şekil, kelime ve rakamlarla yapılıyor. Yukarıda değinmiştik. Algı, frekansımızın ya altında ya da üstünde gerçekleşiyor. Sadece görüntüyle değil, sesle de bu yapılmaktadır. Sesi de, duyamadığımız halde bilinçaltımız duyup kaydedebiliyor.
Bu yolla daha neler yapıldığını size anlatsam, küçük dilinizi yutarsınız.
Şu bilgi de önemli… Bilinçaltımız, saniyede 400 milyar bilgiyi işlerken, bilincimiz bunun sadece 2 binini fark edebiliyor.
Çocuklara, “Sen küçüksün, anlamazsın, yapamazsın, beceremezsin” gibi söylemlerde bulunduğunuz zaman, onlar bunu bilinçaltına yerleştiriyor ve ileride gerçekten de sizin dediğiniz gibi pasif bir birey olabiliyor. Bunun tersini neden yapmıyoruz o zaman? Çünkü çocuğa “Şimdi küçüksün ama ileride bunu mutlaka başarabilirsin, hatta denemelisin” dediğinizde, ona çok büyük bir iyilik yapmış oluyorsunuz. Unutmayalım, dahiler böyle yetişiyor.
Subliminal mesajlardan, bilinçaltı zehirlenmelerinden kurtulmanın yolu yok mu?
Var tabii. Doğru seçim yapmak, bilinçli bir izleyici olmak, programları seçerek izlemek ve çocuklara izletmek… Medya okuryazarı olmak yani…
Sahi, Medya Okuryazarlığı, okullarda ders olarak okutulacaktı; ne oldu?
Her yıl 5 bine yakın iletişim öğrencisini mezun ettiğimizi düşünürsek bunların hiçbir iş imkânı bulamadıkları gerçeğini kabul edersek, her okula bir Medya Okuryazarı Öğretmeni atadığımızı düşünürsek, ne açıkta bir iletişimci kalır ne de milyonlarca çocuğumuz, televizyon karşısında zehirlenmiş olur.
İyi düşünüp akıl edelim.
Muhabbetle efendim!