Ortamın kargaşaya gömüldüğü zamanlarda, doğrunun ve yanlışın birbirine karıştığını, ikisinin birbirinden ayırt edilemediğini anlatan bir söz. Sürekli değişen ama asla gelişemeyen ülke gündeminde artık bu söz level atlayıp, “Atla İt birbirine karıştı” şeklinde söylenebilir hale geldi, bu deve kuşu çiftliğinde !
Düşününce insan kendini bir deney faresi gibi hissediyor. Bizleri çıkışı olmayan bir labirente tıkmışlarda nasıl çıkamayacağımızı izlemeye koyulmuşlar zannediyor.
Salgın olur “Biz Bize Yeteriz”, yangın olur “Biz Bize Yeteriz”, deprem olur “Biz Bize Yeteriz”. Bizim bize yetmediğimiz yerde dönüp arkamıza baktığımızda...kimse yoktur.
Türkiye’de 775 sayılı Gecekondu Yasası öncesinde 1948 ile 1959 yılları arasında toplamda, 5 imar affı yasası çıkarılmış.
775 sayılı Gecekondu Yasası sonrasında, 1966 yılı ile 2018 yıları arasında ise toplamda 9 imar affı yasası çıkarılmış.
Türkiye'de imar affı en son 2018 yılında gelmişti.
Başvuru işlemleri, 8 Haziran-31 Ekim tarihleri arasında alınırken,
Çıkarılan imar barışı, 2017 yılı ve öncesinde yapılan kaçak yapıları kapsadı.
Her kaçak yapı affedildi. Bu günlere bu anlayış içinde geldik.
İmar barışı ile birlikte "Yapı Kayıt Belgesi" alan vatandaşların, imar barışından önce alınmış yıkım kararları olan binalar ve para cezalarının hepsi iptal edildi. Affedildi.
Biz bu yanlış uygulamalar ile son yıllardaki Kocaeli, İzmir ve en son 11 ilimizi içine alan 45 bin insanımızın ölümüne neden olan 6 Şubat depremini yaşadık.
Hiçbir depremden ders almadık.
İktidarlarımız ayakta kalmak için çarpık yapılaşmalara göz yumdu.
Yaptığı İmar affı ile depremlerde, milletimizin ölümünün önünü açtı.
Yapı Denetimleri kuruldu ama yapılar denetlenmedi. Bugün yaşadığımız bu acıların sorumlusu imar aflarını çıkaran hükümetlerdir.
Asıl sebep ise eğitimsizliktir...
Dünya, yaşadığımız felakete rağmen Türk milletinin nasıl, inançla bu felakete direndiğini hayretler içinde şaşkınlıkla izliyor.
Türkün acı gününde, millet olarak birbirine nasıl sarıldığını, nasıl tek ses olduğunu görüyor. Felakete nasıl direndiğini izliyor.
Bu direnişimizi izleyen dünya, Türk milletini kendine örnek alıyor.
Ülkemiz insanının zor günlerde, milletçe tek vatan tek bayrak anlayışıyla, birbirine nasıl sarıldığını ibretle izliyor.
Atatürk’ün önderliğinde milletimizin 7 düvele karşı nasıl bağımsızlığını kazandığını Türkiye Cumhuriyeti devletini kurduğunu, onlar anlıyor da.. Biz anlamıyoruz..
Onun için Atatürk bu asil milletimize, “TÜRK ÖĞÜN GÜVEN ÇALIŞ” demiş.
Peki, günümüzde siyaset bu yüce Türk milletine yakışır siyaset mi yapıyor.
Millete örnek olması gereken siyaset çiler, millet kadar tek ses oldular mı?
Hala partiler birbirlerine kin nefret kusuyor. Sanki acıyı hiç yaşamamışlar.
Onların beyinlerinde, parti menfaatleri millet menfaatlerinin önünde gidiyor. Çok yazık.
Acılarımızı ve depremi konuşurken bunun asıl sebebi olan eğitime bakalım.
Özellikle üniversitelerimize !
Ülkemizde vakıf ve devlet üniversiteleri olmak üzere toplam 206 üniversitemiz de eğitim yapılıyor. Doğrusu eğitim yapılamıyor.
Dünyanın en başarılı ilk yüz üniversite arasında yakın zamana kadar en az iki Türk Üniversitesi listede yer alırdı.
Üniversitelerimizi bitiren öğrencilerimiz ülke dışında mastır, yüksek lisans yapmak için tercih edilen öğrenciler olurdu.
Son zamanlarda bırakın ilk yüzü, dünyanın en başarılı ilk 500 üniversitesi arasında üniversitelerimizin ismini mercekle arar olduk hatta göremiyoruz.
Kısa süre önce 90 küsur civarında olan üniversite sayımız İki katına ulaştı.
Ama açılan üniversitelerde eğitim öğretim nasıl?
Öğretim elemanları sayısı yeterli mi? Kaliteleri nasıl?
Öğretim elemanlarından liyakatleri ve kalitesi nedir? Tartışılmaya başlandı. Türkiye’de 1990 ve 2000 yılından önce, Doçent kadrosunda akademisyen olmak için, üç aşamalı imtihandan geçmek gerekiyordu.
Profesör, akademisyen olmak için de belirli kriterler mevcuttu.
Doçentlik imtihanı için yabancı dil, teorik bilimsel imtihan ve pratik uygulamalar gerekliydi.
Şimdi bu imtihanların hiç birine gerek kalmadı. Doçentlik için mülakat yeterli, oluyor.
Sadece yazılmış olan bilimsel makaleler ile de Doçent olunabiliyor.
Türkiye’de profesör olmak için: 1973’te 2 yabancı dil bilmek şarttı. 1981’de, tek yabancı dil yeterli oldu.
1983 yılında, Dil sınavından 100 üzerinden 70 almak yeterli oldu.
2000 yılında, Dil sınavı barajı 65’e düştü.
2018 yılında ise, Dil sınavı barajı 55’e kadar düştü.
Türkiye’deki 196 rektörün 69’unun tek bir uluslararası yayını dahi yok.
Bilimde böyle gelişme, yükselme sağlanır mı?
Yaptıkları yayın hiç atıf almayan, kaynak gösterilmeyen Rektör sayısı ise 71’e ulaştı.
Buda üniversitelerimizin çöküşü demek. Bu şartlarda başarı gelir mi?
Onun için Türk Üniversiteleri dünyanın başarılı 500 üniversiteleri arasında bu nedenlerden dolayı yok.
Başarılı olamasakta üniversitelerin kapısı açılmalı öğrenciler ders başı yapmalıdır...
Paragraf sorularında sıkça karşılaştığımız soru tipinde gibi “parçada anlatılmak istenen nedir”,
“Konuyu bir yere bağla artık Barış” dediğinizi duyar gibiyim. Bu sefer bağlamayalım, bırakalım yeni model saçlarım gibi biraz dağınık kalsın, herkes kendini görsün halince…görecek birşey kaldıysa.
Ençok da
Tolere edilen şeyin kötülük olduğunu bildiği halde çıkarlarından dolayı hoşgörülü olduğunu sanıp suç işleyenler EVET size söylüyorum.
Düşününce insan kendini bir deney faresi gibi hissediyor. Bizleri çıkışı olmayan bir labirente tıkmışlarda nasıl çıkamayacağımızı izlemeye koyulmuşlar zannediyor.
Salgın olur “Biz Bize Yeteriz”, yangın olur “Biz Bize Yeteriz”, deprem olur “Biz Bize Yeteriz”. Bizim bize yetmediğimiz yerde dönüp arkamıza baktığımızda...kimse yoktur.
Türkiye’de 775 sayılı Gecekondu Yasası öncesinde 1948 ile 1959 yılları arasında toplamda, 5 imar affı yasası çıkarılmış.
775 sayılı Gecekondu Yasası sonrasında, 1966 yılı ile 2018 yıları arasında ise toplamda 9 imar affı yasası çıkarılmış.
Türkiye'de imar affı en son 2018 yılında gelmişti.
Başvuru işlemleri, 8 Haziran-31 Ekim tarihleri arasında alınırken,
Çıkarılan imar barışı, 2017 yılı ve öncesinde yapılan kaçak yapıları kapsadı.
Her kaçak yapı affedildi. Bu günlere bu anlayış içinde geldik.
İmar barışı ile birlikte "Yapı Kayıt Belgesi" alan vatandaşların, imar barışından önce alınmış yıkım kararları olan binalar ve para cezalarının hepsi iptal edildi. Affedildi.
Biz bu yanlış uygulamalar ile son yıllardaki Kocaeli, İzmir ve en son 11 ilimizi içine alan 45 bin insanımızın ölümüne neden olan 6 Şubat depremini yaşadık.
Hiçbir depremden ders almadık.
İktidarlarımız ayakta kalmak için çarpık yapılaşmalara göz yumdu.
Yaptığı İmar affı ile depremlerde, milletimizin ölümünün önünü açtı.
Yapı Denetimleri kuruldu ama yapılar denetlenmedi. Bugün yaşadığımız bu acıların sorumlusu imar aflarını çıkaran hükümetlerdir.
Asıl sebep ise eğitimsizliktir...
Dünya, yaşadığımız felakete rağmen Türk milletinin nasıl, inançla bu felakete direndiğini hayretler içinde şaşkınlıkla izliyor.
Türkün acı gününde, millet olarak birbirine nasıl sarıldığını, nasıl tek ses olduğunu görüyor. Felakete nasıl direndiğini izliyor.
Bu direnişimizi izleyen dünya, Türk milletini kendine örnek alıyor.
Ülkemiz insanının zor günlerde, milletçe tek vatan tek bayrak anlayışıyla, birbirine nasıl sarıldığını ibretle izliyor.
Atatürk’ün önderliğinde milletimizin 7 düvele karşı nasıl bağımsızlığını kazandığını Türkiye Cumhuriyeti devletini kurduğunu, onlar anlıyor da.. Biz anlamıyoruz..
Onun için Atatürk bu asil milletimize, “TÜRK ÖĞÜN GÜVEN ÇALIŞ” demiş.
Peki, günümüzde siyaset bu yüce Türk milletine yakışır siyaset mi yapıyor.
Millete örnek olması gereken siyaset çiler, millet kadar tek ses oldular mı?
Hala partiler birbirlerine kin nefret kusuyor. Sanki acıyı hiç yaşamamışlar.
Onların beyinlerinde, parti menfaatleri millet menfaatlerinin önünde gidiyor. Çok yazık.
Acılarımızı ve depremi konuşurken bunun asıl sebebi olan eğitime bakalım.
Özellikle üniversitelerimize !
Ülkemizde vakıf ve devlet üniversiteleri olmak üzere toplam 206 üniversitemiz de eğitim yapılıyor. Doğrusu eğitim yapılamıyor.
Dünyanın en başarılı ilk yüz üniversite arasında yakın zamana kadar en az iki Türk Üniversitesi listede yer alırdı.
Üniversitelerimizi bitiren öğrencilerimiz ülke dışında mastır, yüksek lisans yapmak için tercih edilen öğrenciler olurdu.
Son zamanlarda bırakın ilk yüzü, dünyanın en başarılı ilk 500 üniversitesi arasında üniversitelerimizin ismini mercekle arar olduk hatta göremiyoruz.
Kısa süre önce 90 küsur civarında olan üniversite sayımız İki katına ulaştı.
Ama açılan üniversitelerde eğitim öğretim nasıl?
Öğretim elemanları sayısı yeterli mi? Kaliteleri nasıl?
Öğretim elemanlarından liyakatleri ve kalitesi nedir? Tartışılmaya başlandı. Türkiye’de 1990 ve 2000 yılından önce, Doçent kadrosunda akademisyen olmak için, üç aşamalı imtihandan geçmek gerekiyordu.
Profesör, akademisyen olmak için de belirli kriterler mevcuttu.
Doçentlik imtihanı için yabancı dil, teorik bilimsel imtihan ve pratik uygulamalar gerekliydi.
Şimdi bu imtihanların hiç birine gerek kalmadı. Doçentlik için mülakat yeterli, oluyor.
Sadece yazılmış olan bilimsel makaleler ile de Doçent olunabiliyor.
Türkiye’de profesör olmak için: 1973’te 2 yabancı dil bilmek şarttı. 1981’de, tek yabancı dil yeterli oldu.
1983 yılında, Dil sınavından 100 üzerinden 70 almak yeterli oldu.
2000 yılında, Dil sınavı barajı 65’e düştü.
2018 yılında ise, Dil sınavı barajı 55’e kadar düştü.
Türkiye’deki 196 rektörün 69’unun tek bir uluslararası yayını dahi yok.
Bilimde böyle gelişme, yükselme sağlanır mı?
Yaptıkları yayın hiç atıf almayan, kaynak gösterilmeyen Rektör sayısı ise 71’e ulaştı.
Buda üniversitelerimizin çöküşü demek. Bu şartlarda başarı gelir mi?
Onun için Türk Üniversiteleri dünyanın başarılı 500 üniversiteleri arasında bu nedenlerden dolayı yok.
Başarılı olamasakta üniversitelerin kapısı açılmalı öğrenciler ders başı yapmalıdır...
Paragraf sorularında sıkça karşılaştığımız soru tipinde gibi “parçada anlatılmak istenen nedir”,
“Konuyu bir yere bağla artık Barış” dediğinizi duyar gibiyim. Bu sefer bağlamayalım, bırakalım yeni model saçlarım gibi biraz dağınık kalsın, herkes kendini görsün halince…görecek birşey kaldıysa.
Ençok da
Tolere edilen şeyin kötülük olduğunu bildiği halde çıkarlarından dolayı hoşgörülü olduğunu sanıp suç işleyenler EVET size söylüyorum.
Yanıtla