Bazen taşınmak iyidir. Hani tebdili mekanda ferahlik vardır ya. Him bundan mıdır bilinmez ama içi tıka basa eşya dolu evi taşıyınca insan farkediyor.
Neyi mi?
Mutfak dolaplarınızın
Gardıroplarınızın
Odalarınızın dolu olduğunu,
Mobilyalar dip dibe,
Kıyafetler sıkışık,
Eşyalar üst üste iç içe...
Bu durumdan sikayetcisinizdir, evin sürekli dagılmasından kendi isteklerinize bir türlü sıra gelmemesinden onca yığının arasında kaybolmaktan...
Bu sizi yanıltmasın bu görüntü evlerimizin küçük olmasından kaynaklı değil.
Emin olun evler 1+0
1+1
2+1....5+1... büyüdükçe bu sıkışıklık, eşya, mobilya çokluğu ve büyüklüğüde buna bağlı olarak doğru orantılı bir şekilde artıyor.
Değişen bir şey olmuyor.
Sorun evlerimizin küçüklüğünden kaynaklı değil aç gözümüzün büyüklüğünden mütevelli sanırım.
İnsanın varoluşundan beri ticaret karşılıklı ihtiyaçların değiş-dokuşu üzerine idi. Sonra agora’lar yer almaya başladı ve kazanç üzerine kurulduğu ticaret. Ve böylelikle ihtiyacım yok ama günün birinde olur mantığı ile isnifleme dönemine giriş yapıldı. “Sen al, lazım olur, bulunsun” gibi değişler çoğaldı
Rivayet olur ki bir gün Sokrates o zamanın AlışVeriş Merkez’leri olan Agorayı gezmiş. Sonunda şöyle demiş. “İhtiyacım olmayan ne çok şey var!”
Taşınma eylemi esnasında hatırlıyorum bu sözü.. Biz onca eşyayı, arabayı, televizyonu, beyaz eşyayı müzik setlerini, son sistem bilgisayar sistemini, envai cep telefonlarını tabletleri görünce ışıldayan gözlerimizle baktığımız zaman Sokrat’ın tam tersine bir bakış açısına sahibiz. “Off, ihtiyacım olan ne çok şey var!”
Bakınca hep yokluğu gören gözlerimiz bu yönde koşullanmış zihnimiz, algımız, var. Doymak bilmiyor iştahımız. Üç kişilik bir ailede 153 çay bardağı 135 su bardağı, 150 yemek tabağı, 61 tencere.25 tava.15 tuzluk, 116 çatal kaşık, 45 çanta, 86 ayakkabı...3000 kitap yer alıyor !
Bir çocuğun ise 1300 parça oyuncağı var. Sonra neden doyumsuz oluyor bu çocuklar diye soruyoruz kendimize.
Aldıkça daha diye bakıyor çocuklar.
Kullanım ömrü bir gün ile bir hafta arasında değişiyor oyuncakların. Evde bir oyuncak dağı oluşuyor. Atsan verdiğin paraya kıyamıyorsun değil mi?
Öte yanda kola kutusundan oyuncaklarla top oynuyor çocuklar...
Misafir kabul etmeyi seviyoruz.(pandemi öncesi)
Misafirliğe gitmeyi de seviyoruz. Ama evde kurulu ve her daim hazır nazır kocaman bir salon ve bilimum aksesuarları. Bayramdan seyrana ve kadınların günlerinde ancak kullanılabilen yerleri kullanıma açmayarak bütün yaşam alanımızı daraltıyoruz iki odaya. Her ne var ise oturma odasındadır mutlaka. Kitap okunacak, ders çalışılacak, yemek yenilecek , yazı yazılacak, telefon görüşmesi yapılacak, uyunacak, düzenlenecek, temizlenecek yer hep bir oda. Diğerlerinin düzeni bozulmasın! Algımızdaki darlık yaşam alanının daralmasına da yol açıyor. Üç odalı evler yetmiyor. dört beş odalı hatta dubleks peşinde, hayalindeyiz
Bu daralmanın bir başka sebebi ise yedikçe doymayan tiplerin her bir köşeden bizim en daraltılmış alanda ve anlamdaki yaşam ve düşünce alanımızı ele geçirme, zapt etme yönündeki dev iştihaları, saldırıları. Tüketmek üzere saldırma stratejisini bize de kabul ettirdikleri anda kendimiz de bir o kadar eleştirdiğimiz, kendisine benzemekten kaçındığımız, Agora’nın alış-veriş kölelerine dönüşmüş oluyoruz.
Tüketme isteği içimizde oldukça kaybetmek istemediğimiz şeyler edineceğiz ya da edinme umudu ve edinme çabası peşinde öleceğiz. Bir kez edinmiş isek kaybetmemek için boyun eğeceğiz. Çünkü cebinde elli doları olanın dahi devalüasyon beklentisi, 5 gr altın veya 1 bileziğin getirisi umudu ile yaşayanların olduğu bir diyardayız.
Kaybedecek bir şeyi olmayanlara da sus ve bizim gibi ol, köleleş diye telkinde bulunacağız. Başka özgür adam rahatsız eder çünkü bizi !
Onu boğmak, onu görmemek, onu susturmak isteriz.
Agoranın sahipleri elbet rahatsız olacak baktığında “ihtiyacım olmayan ne çok şey var” diyen adamlardan…
Taşınırken bir takvim geçiyor elime. Silinen, unutulan, unutturulan, gözden kaçırılan, hatırlatılmayan bir söz çarpıyor gözüme “Kanaat tükenmez bir hazinedir!” Şimşek çakıyor gözümde. İşte kaybettiğimiz bu hazinenin yoksuluyuz hepimiz! Tükenmeyen bu hazineyi bırakınca, kaybedince tüketmeye ve tükenmeye başladık hep.
Çünkü öyle bir millet olduk ki “Kanaat edinme yetisini “ sağlayan kitapları kaldırdık, okumayı, kavramayı, düşünmeyi, pozitif eleştiriyi bıraktık; sığ sularda “Asaf şöyle dedi, Ecrin böyle yaptı, Sevim şunu aldı, şurada yeni AVM açıldı” şeklinde sadece konuşarak yüzmeye çalışıyoruz. Ve tabii ki boğuluyoruz ama henüz farkında değiliz.
Sokrates gibi Konyonundan Kulesine, Rize Şimall den , 212 sine Forum'una Yorum'una Cevahirinden Capitol ve Akmerkezine, Paris’ine, New Yorkuna Hong Kong’una, Dubai’sinden Pekin’ine bütün pazarları gezdikten sonra şöyle diyebildiğimizde kurtulacağız:
İhtiyacım olmayan ne çok şey var!
Anasayfa
Yazarlar
Mustafa Barış ÖZTÜRK
Yazı Detayı
Bu yazı 1641+ kez okundu.
BAZEN TAŞINMAK İYİDİR
Bazen taşınmak iyidir. Hani tebdili mekanda ferahlik vardır ya. Him bundan mıdır bilinmez ama içi tıka basa eşya dolu evi taşıyınca insan farkediyor.
Neyi mi?
Mutfak dolaplarınızın
Gardıroplarınızın
Odalarınızın dolu olduğunu,
Mobilyalar dip dibe,
Kıyafetler sıkışık,
Eşyalar üst üste iç içe...
Bu durumdan sikayetcisinizdir, evin sürekli dagılmasından kendi isteklerinize bir türlü sıra gelmemesinden onca yığının arasında kaybolmaktan...
Bu sizi yanıltmasın bu görüntü evlerimizin küçük olmasından kaynaklı değil.
Emin olun evler 1+0
1+1
2+1....5+1... büyüdükçe bu sıkışıklık, eşya, mobilya çokluğu ve büyüklüğüde buna bağlı olarak doğru orantılı bir şekilde artıyor.
Değişen bir şey olmuyor.
Sorun evlerimizin küçüklüğünden kaynaklı değil aç gözümüzün büyüklüğünden mütevelli sanırım.
İnsanın varoluşundan beri ticaret karşılıklı ihtiyaçların değiş-dokuşu üzerine idi. Sonra agora’lar yer almaya başladı ve kazanç üzerine kurulduğu ticaret. Ve böylelikle ihtiyacım yok ama günün birinde olur mantığı ile isnifleme dönemine giriş yapıldı. “Sen al, lazım olur, bulunsun” gibi değişler çoğaldı
Rivayet olur ki bir gün Sokrates o zamanın AlışVeriş Merkez’leri olan Agorayı gezmiş. Sonunda şöyle demiş. “İhtiyacım olmayan ne çok şey var!”
Taşınma eylemi esnasında hatırlıyorum bu sözü.. Biz onca eşyayı, arabayı, televizyonu, beyaz eşyayı müzik setlerini, son sistem bilgisayar sistemini, envai cep telefonlarını tabletleri görünce ışıldayan gözlerimizle baktığımız zaman Sokrat’ın tam tersine bir bakış açısına sahibiz. “Off, ihtiyacım olan ne çok şey var!”
Bakınca hep yokluğu gören gözlerimiz bu yönde koşullanmış zihnimiz, algımız, var. Doymak bilmiyor iştahımız. Üç kişilik bir ailede 153 çay bardağı 135 su bardağı, 150 yemek tabağı, 61 tencere.25 tava.15 tuzluk, 116 çatal kaşık, 45 çanta, 86 ayakkabı...3000 kitap yer alıyor !
Bir çocuğun ise 1300 parça oyuncağı var. Sonra neden doyumsuz oluyor bu çocuklar diye soruyoruz kendimize.
Aldıkça daha diye bakıyor çocuklar.
Kullanım ömrü bir gün ile bir hafta arasında değişiyor oyuncakların. Evde bir oyuncak dağı oluşuyor. Atsan verdiğin paraya kıyamıyorsun değil mi?
Öte yanda kola kutusundan oyuncaklarla top oynuyor çocuklar...
Misafir kabul etmeyi seviyoruz.(pandemi öncesi)
Misafirliğe gitmeyi de seviyoruz. Ama evde kurulu ve her daim hazır nazır kocaman bir salon ve bilimum aksesuarları. Bayramdan seyrana ve kadınların günlerinde ancak kullanılabilen yerleri kullanıma açmayarak bütün yaşam alanımızı daraltıyoruz iki odaya. Her ne var ise oturma odasındadır mutlaka. Kitap okunacak, ders çalışılacak, yemek yenilecek , yazı yazılacak, telefon görüşmesi yapılacak, uyunacak, düzenlenecek, temizlenecek yer hep bir oda. Diğerlerinin düzeni bozulmasın! Algımızdaki darlık yaşam alanının daralmasına da yol açıyor. Üç odalı evler yetmiyor. dört beş odalı hatta dubleks peşinde, hayalindeyiz
Bu daralmanın bir başka sebebi ise yedikçe doymayan tiplerin her bir köşeden bizim en daraltılmış alanda ve anlamdaki yaşam ve düşünce alanımızı ele geçirme, zapt etme yönündeki dev iştihaları, saldırıları. Tüketmek üzere saldırma stratejisini bize de kabul ettirdikleri anda kendimiz de bir o kadar eleştirdiğimiz, kendisine benzemekten kaçındığımız, Agora’nın alış-veriş kölelerine dönüşmüş oluyoruz.
Tüketme isteği içimizde oldukça kaybetmek istemediğimiz şeyler edineceğiz ya da edinme umudu ve edinme çabası peşinde öleceğiz. Bir kez edinmiş isek kaybetmemek için boyun eğeceğiz. Çünkü cebinde elli doları olanın dahi devalüasyon beklentisi, 5 gr altın veya 1 bileziğin getirisi umudu ile yaşayanların olduğu bir diyardayız.
Kaybedecek bir şeyi olmayanlara da sus ve bizim gibi ol, köleleş diye telkinde bulunacağız. Başka özgür adam rahatsız eder çünkü bizi !
Onu boğmak, onu görmemek, onu susturmak isteriz.
Agoranın sahipleri elbet rahatsız olacak baktığında “ihtiyacım olmayan ne çok şey var” diyen adamlardan…
Taşınırken bir takvim geçiyor elime. Silinen, unutulan, unutturulan, gözden kaçırılan, hatırlatılmayan bir söz çarpıyor gözüme “Kanaat tükenmez bir hazinedir!” Şimşek çakıyor gözümde. İşte kaybettiğimiz bu hazinenin yoksuluyuz hepimiz! Tükenmeyen bu hazineyi bırakınca, kaybedince tüketmeye ve tükenmeye başladık hep.
Çünkü öyle bir millet olduk ki “Kanaat edinme yetisini “ sağlayan kitapları kaldırdık, okumayı, kavramayı, düşünmeyi, pozitif eleştiriyi bıraktık; sığ sularda “Asaf şöyle dedi, Ecrin böyle yaptı, Sevim şunu aldı, şurada yeni AVM açıldı” şeklinde sadece konuşarak yüzmeye çalışıyoruz. Ve tabii ki boğuluyoruz ama henüz farkında değiliz.
Sokrates gibi Konyonundan Kulesine, Rize Şimall den , 212 sine Forum'una Yorum'una Cevahirinden Capitol ve Akmerkezine, Paris’ine, New Yorkuna Hong Kong’una, Dubai’sinden Pekin’ine bütün pazarları gezdikten sonra şöyle diyebildiğimizde kurtulacağız:
İhtiyacım olmayan ne çok şey var!
Ekleme
Tarihi: 18 Şubat 2021 - Perşembe
BAZEN TAŞINMAK İYİDİR
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.