Batıda, Boğaz Mahallesi’nden giriyoruz şehre.
Deniz kıyısında, kayaların üzerinde, yüksekçe bir yerde, etrafı değişik çiçekler ve güllerle çevrili, yemyeşil bir ortamın içinde kocaman çınar ağacı.
Etrafında, koyu renk cilalı ahşap banklar.
Kıyısı, çevreye yakışır ahşap dubleks balıkçı evleri ve batıdan doğuya dönerek uzanan bir mendirek ve Boğaz Balıkçı Barınağı.
Hemen yanı başında, değişik ağaçların altında dinlenme alanı, lavabolar…
Hepsi birlikte, renkli bir tablo imajı adeta.
Kıyı boyu, çift şeritli kenarları Karadeniz’e uygun ağaç ve değişik bitki örtüsüyle donanmış.
Her birinden asılan mor salkım çiçekler.
Pırıl pırıl kum-çakıl, suni plajlarla oluşturulmuş bir kıyı boyu.
Güzel bir kente girdiğimizin işareti.
Hemen ortada, büyükçe bir ”Ülkemizin En Temiz ve Zümrüt Rize’ye Hoş Geldiniz” panosu.
Kent merkezine yaklaşıyoruz. Rengarenk özel taşlarla düzenlenmiş, çok geniş yaya kaldırımlar.
Yaya kaldırımlara taşmış teraslı kafeler, butikler, gezinti alanları.
Hepsi aynı kat seviyeli yapılaşma.
Bütün dış cepheleri aynı tip, aynı renk, aynı stil düzenlenmiş, cetvelle çizilmiş gibi.
Sahil boyu, yemyeşil dolgu alanları tertemiz, adeta bir ağaç ve bitki örtüsü cenneti.
Günbatımında, denizi seyre koyulmak için, yürüme ve seyir alanları, ihtiyaç yerleri, lavabolar.
Kuzeyden güneye, şehrin kendisini güneye yasladığı dağlara doğru, fokur fokur esen Karadeniz esintisi.
Ulaşımda, fevkalade güzel işleyen trafikte şahane bir sessizlik ve düzen, korna sesi yok.
Olağan üstü bir düzenle çalışan, yayalar ve sürücüler tarafından harfiyen uyulan trafik ışıkları.
Birbirini dik kesen sempatik sokak ve caddeler.
Kıyı boyu çalışan toplu taşıma aracı ”Raylı Sistem”.
Kuzey-güney istikametinde, raylı sistemi destekleyen bir ”Teleferik Sistemi”.
Kıyı boyu, hınca hınç halkla dolu kumsal ve çakıl plajlar.
Açık yağmur suyu şebekesi kanalları, etrafı çiçeklenmiş pırıl pırıl, tertemiz.
Kapalı atık su şebekesi şahane çalışıyor.
Saatlerce oturup seyredin, denizi, denize dik cadde ve sokaklardan.
Hafta günleri kırsaldan gelen halkın oturup dinleneceği tertemiz alanlar.
Şehrin içinde belirli noktalardaki lavabo ve wc’ler ne kadar da temiz, düzenli.
Her birinde, sızdırmayan modern musluklar, tertemiz lavabolar, rengarenk hijiyenik kağıtlar.
Sıcak-soğuk sular, aynalar, bir hoş kokulu yerler, sabunlar.
Tamamen yayalara ayrılmış yaya kaldırımlar.
Sokak ve caddelerde, herkes, kibarca, eğilerek selam verip ilerliyor.
Çöp kutuları öyle saklanmış ki, göremiyorsunuz, ortalıkta bir çöp yok.
En lüks modern hastanelerde ne bu sakinlik! Nerede hastalar ve doktorlar? Nerede araçlar?
Kapalı otoparklar yerin altında.
Yüksekçe bir yerden, hastaneden, sessiz ortamda, şöyle doya doya denizi seyrediyorsunuz.
Taşlıdere’ye varıyorsunuz. Taşkın koruma tesisleri yapılmış ve sular gür ve berrak akıyor. Her iki yanı, rekreasyon alanlarıyla donanmış.
Denizden uzaklaşan martılar ve diğer su kuşları Taşlıdere’nin taa yukarılarında.
Soruyorsunuz, bu kentte kişi başı gelir nedir? 30.000 USD diyorlar, helal olsun be.
Bütün sorunlarının, çözüm için tartışıldığı, fakat kavgasız faaliyetin hakim olduğu, ‘’ben’’ kelimesinin asla kullanılmadığı, ‘’biz’’ olarak her şeyin masaya yatırıldığı bir kent.
Tam seyre devam ederken, aniden, kapkara bulutlarla birlikte, bir karayel fırtınası ve sağnak üzerine, uyanınca, meğer rüyaymış diyorsunuz…
Yazık, yazık…