Canım Oğlum,
Bu mektubu sana yazışımı anlamlandırmakta güçlük çekebilirsin. Çocukluğum ve gençliğimde sevdiklerime sık sık mektup yazardım. Bugün elim birazcık kalem tutuyorsa, edebiyata düşkünsem ondandır, ondandır duygularımı mısralara döküşüm.
Oğlum, güzel mektup yazdığım söylenirdi, kaleme aldığım duygularım, gözyaşı döktürürdü bana, sanki o anı yaşıyor gibi olurdum. Sadece yazarken değil, gelen mektupları okurken de ağladığım olurdu.
Ağlamak duygu demektir. “Ağlamayan gözden sana sığınırım” duasından da anlaşılacağı gibi ağlamak, merhamet, şefkat, acıma hissi barındıran insani bir duygudur.
O küçük kasabada postacının yolunu gözlediğim zamanlar, babamın küçük ama her şeyin, ama her şeyin bulunduğu bakkalında çalıştığım günler geliyor aklıma. Yaşıtlarım çocukluklarını yaşarken ben, yaz tatilini bile dükkanda çalışarak geçirdim. Ama olsun, bizim derelerde yüzme öğrenme fırsatım olmasa da, birçok tecrübe edindim hayata dair. Daha sonraki hayatımda, Babamın bana kazandırdığı bu tecrübeler çok işime yaradı.
Birçok kişinin adresi olan o bakkal dükkânına uğramadan geçmezdi postacı. Gurbette olanlar sıladakilere yazardı, sıladakiler gurbettekilere. Zarf üzerine yapıştırılmış pulları biriktirirdim, bu sayede çok güzel bir pul albümüm olmuştu. Özellikle yurt dışından gelen mektuplarda, çok farklı pullar görürdüm, çok mutlu ederdi beni. Libya’dan, Almanya’dan, Fransa’dan, Hollanda’dan, İsrail’den mektuplar gelirdi, gurbetçi köylülerimizden. Pul albümüm hala kütüphanemin bir köşesinde durur.
Telefon sadece kasabanın postanesinde vardı, o da yazılmalı. Postaneye gidiyorsun, görüşmek istediğin numarayı veriyorsun, kayıt alınıyor ve bekliyorsun, ne zaman sıra gelirse, santral memuru bağlayarak, kulübeye geçip görüşüyorsun. Acele görüşmen gereken bir konu varsa, (cenaze vs.) yıldırım telefona yazılıyorsun, talebinizi öne alıyorlar, nispeten daha az bekleyerek görüşebiliyorsun. Gurbetteki birine haber vermemiz gereken bir şey olduğunda, bazen de telgraf çekiyorduk, “Oğlun oldu, kızın oldu vs.” diye. Onun da yıldırımı vardı, hızlı giden. Ama tahmin edeceğin gibi, yıldırımlar pahalıydı. Şimşek kadar hızlı olmasa da nispeten daha çabuk giderdi. Ha unutmadan söyleyeyim, telefon numaraları dört rakamdı.
Şimdi Senin bu çağda, bu yazdıklarımı hayal etmen zor. Milattan önce iki bin beş yüzlerde yaşamış Eflatun da, “Gençleri anlamak zor diyordu, gençler bizi çağ dışı görüyor” diyordu. Kuvvetle muhtemeldir ki, sen de, senden sonra gelecek nesiller için aynısını düşüneceksin.
Oğlum, birbirimizi anlamaya çalışmalıyız. Hz.Ali (Ra) “Çocuklarınızı kendi yaşayacakları çağa göre yetiştirin” diyor. Ben de bunu yapmaya çalışıyorum. Bir söz var “Gençler bilebilseydi, ihtiyarlar yapabilseydi” diye, çok şey anlatıyor aslında.
Canım Oğlum, benim tecrübemle, senin yapabilme gücünü birleştirirsen, daha da başarılı olursun. “Ah keşke” demeden, büyüklerinin tecrübelerinden yararlanmasını, çağın teknikleriyle onları birleştirmeyi becerirsen, taş üstüne taş koymuş, yürünmüş yolları tekrar yürümemiş olursun, daha çok yol alırsın.
Sevgili oğlum, söyleyeceğim daha çok şey var ancak, seni sıkmadan bitirmek istiyorum.
Sana güveniyorum, bahtının açık olmasını Canab-ı Hak’tan niyaz eder, gözlerinden öperim.
Seni çok seven Baban