İnsanın yaradılışının bir hikmeti de Hâlık-ı Kâinatı tanımak ve O’na muhabbet etmektedir. Bunun için insanın kalbine öyle bir muhabbet yerleştirilmiştir ki, başta kendini ve devamında elinin uzandığı ve hayalinin ulaştığı her şeyi sever ve ister.
İnsan kendi çıkar ve menfaatine olan her şeyi sever. “Zira insan, cibilliyeti ve fıtratı hasebiyle nefsini sever. Belki evvelâ ve bizzât yalnız zâtını (kendini) sever, başka her şeyi nefsine feda eder.”
Hatta insan kendi dışında sevdiklerini de yine kendisi için sever. Çünkü insan için “Bu dünyada sevgi büyük ihtiyaç. Herkes sevmeye, sevilmeye muhtaç.” En çok sevdiklerimiz bizi en çok mutlu edenler değil midir? Annemiz, babamız, eşimiz, çocuklarımız, akraba, dost ve ahbaplarımız gibi.
İnsan, hayatına mutluluk ve neşe katan her şeyi sever ve elde etmek ister. Malını, mülkünü sever. Yüksek makamları ve rütbeleri arzular. Evini, arabasını, kullandığı eşyaları sever. Baharı ve kışı özlemle bekler. Papatyayı, menekşeyi, meyvelerle ve yağdırılan karla süslenmiş ağaçları sever. Sever de sever. İnsan bu her şeyi sever. Evet, “sevmek ihtiyarî değil” insan güzeli sever.
Fakat dünya yerinde durmadığı gibi üzerindekiler de sabit ve daimi değildir. Ya sen onları terk ediyorsun ya da onlar seni terk edip gidiyorlar. Oysa “Gönül istiyor ki sevip sevilirken bir mucize olsa, zaman dursa” sevdiklerim hep yanımda olsa. “Ne olurdu şu dünyayı ayrılıklar soldurmasa.”
İnsan, hayatım ve sevdiklerim ebedi olsun ister. Oysa ne hayatı ne de sevdikleri ummadığı ve beklemediği bir anda onu terk eder veya zamanla sevdiklerinden hiç istemediği halde ayrılmak zorunda kalır. Bu ayrılık insana öyle büyük acılar verir ki “keşke sevmeseydim” der. Çünkü insanın kalbi “Ben kaybolup, batıp giden şeyleri sevmem” der. Başta kendi hayatını ve sevdiklerini ölümsüzleştirmek ister. Bunun için çareler arar. Neticede bu arayışı onu Peygamberlerin tebliğcisi olduğu dinler vasıtasıyla Allah’a ulaştırır.
Anlar ki büyük bir aşkla ve muhabbetle bağlandığı her şey; kendini tanıttırmak ve sevdirmek isteyen Rabbinin sanat eserleridir. Böylece eserlerine büyük bir aşk ve muhabbetle bağlandığı Allah’ın zatını sevmeye başlar.
Dünya ve üzerindeki her şeyi Allah’ı hatırlattığı ve tanıttığı için “Yaratılanı severim, Yaradan’dan ötürü” diyerek sever. Artık kaybolup gidenlere kalbî hüzün ve kederle dolmaz. “ Madem ‘O’ var, her şey var. Ve o halde, o gidenler ademe (yokluğa) gitmediler. O’nun başka memleketine gidiyorlar” hakikatine ulaşır. “Ballar balını buldum kovanım yağma olsun” diyerek, kalbine yerleştirilmiş olan nihayetsiz muhabbetin yüzünü mahbub-u hakiki olan Allah’a çevirir.
Dünyada dahi hakiki saadeti elde eder.
Sevgi ve selamlarımla...