İnsanlık için kaygı duyduğumuz zamanlarda “Nasıl bir Dünyada Yaşıyoruz?” sorusunu sorarız kendimize…
Gerçekten de hiç eşit ve adil koşulları olmayan bir dünyada yaşıyoruz.
“Bütün dünya çok büyük bir ızdırap iççinde. 3000 yılda 5000 savaş!” (Osho, 2011, s.16: Güç, Politika ve Değişim). Hiç iç açıcı olmayan bu veri, savaşların hiç bitmediğinin göstergesi…
Dünya’yı şekillendirenlerden birkaç alıntı ile devam edelim.
David Rockefeller: “Dünyada 200 olan devlet sayısı 1000’e çıkacaktır.”
Henry Kissinger: “ABD ya da Avrupa’ya dayanan çok uluslu şirketler, küreselleşmeyi yöneten lokomotifler olarak ortaya çıkmaktadır. ABD ve Avrupa’nın çok uluslu şirketleri, gelişmekte olan ülkelerin şirketlerini yutacaktır.”
Rahmi Koç’un önemli tespiti: “Dünya’da yeni global sistem oluşmuştur. Dünyanın en büyük beş ekonomisi devletler değil, şirketlerdir.
Sonuç; dünyanın en büyükleri dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda yönetmek istiyor. Bir başka deyişle dünya nüfusunun yüzde 1’i, nüfusun yüzde 99’unu yönetmek istiyor.
Peki, bunu yapma yöntemleri nelerdir?
Aklınıza gelebilecek her şey! Algıların yönetimi, sivil askerler, savaşlar, kimyasallar vb.
Algıların yönetilmesinde her türlü yalan ve iftira geçerli hatta tarihin çarpıtılması bile!
Bir gerçek daha! Sınırlara bölünmüş dünyamızda ki devletlerin perde arkasında neler yaptıklarını, hangi anlaşmalara imza attıklarını bilmiyoruz. Ancak bu anlaşmaların hiçbirinde kurucu ülke olmadığımız kesin.
Nükleer silah teknolojisinin başka ülkelere satıldığını biliyor musunuz? Bir haber: ABD nükleer teknolojisini satmak için Suudi Arabistan ile gizli bir anlaşma yaptığı (Euronews, 28.03.2019).
Nükleer silah teknolojisi eğer başka bir ülkeye satılıyor ise o teknolojinin üzerine daha güçlü bir teknoloji üretilmiş demektir. Aksi güç ve iktidar savaşlarının olduğu bir dünyada hiçbir ülke en gelişmiş teknolojisini bir başka ülkeye satmaz.
Önemli bir nokta daha, caydırıcılık! Bu kadar keskin ve acımasız bir dünyada var olmak için devletlerin caydırıcı güçlerinin olması önemli! Örneğin Rusya’nın doğal gazı, gelişmiş ekonomilerin yaptırım güçleri gibi. İşte dünyada yapılan gizli anlaşmaların hiçbirinde kurucu olmadığımızı söylememin arkasında yatan gerçeklerden biri bu…
Bir üstünlüğünüz olmalı! Aksi, radar sistemi elinizde olmayan bir savunma aracını satın almanız hiçbir anlam ifade etmez...
Kimin elinde ne var bilmiyoruz. Bildiğimiz dünyada birçok ülkenin nükleer silahının olduğu. Yaklaşık dünyada 15.000 nükleer silah olduğu kayıtlara geçmiş. Yine kayıtlarda nükleer silaha sahip dokuz ülke sayılıyor. Ancak, bunun daha çok olduğu şüpheleri derin.
Peki, nereye gidiyoruz?
Rekabet halindeki ülkeler sende nükleer silah var, ancak ben de de var diyerek birbirlerine güç gösterisinde bulunuyorlar. Üretim ve bölüşüm ilişkilerinin böyle devam etmesi halinde nükleer silahların kullanılması mümkün.
Böyle bir durumda ne olur? Nüfusun üçte ikisi ölür, kalanların da yüzde 75”i sakat kalır. Ya da nükleer silah teknolojisinin bilmediğimiz daha vahim sonuçları yaşanır…
Bu bir distopya, olmaz öyle şey diyenleriniz olabilir. Eğer öyle olsaydı birileri ayın karanlık yüzünü izleme ihtiyacı duymazdı veya başka gezegenlerde hayat olup olmadığını araştırma ihtiyacı duymazdı. Özetle dünya doymak bilmeyenlere yetmiyor…
Ne demiştik!
Algıların yönetilmesinde her türlü yalan ve iftira geçerli hatta tarihin çarpıtılması bile!
Her 24 Temmuzda Lozan’ın hezimet olduğu söyleniyor ve yazılıyor!
Lozan’ı hezimet olarak nitelendirilenler açıp Berlin Anlaşmasına baksınlar. Osmanlı topraklarının beşte ikisinin nasıl kaybedildiğini anlayacaklardır.
Örneğin devletler hukukunda görülmemiş bir anlaşma olan Kıbrıs’ın İngiltere’ye 1 Temmuz 1878’de yılda 22 bin 936 kese altın karşılığında terk edilişine baksınlar (Meydan, S, 01.07.2019: Abdülhamit Siyasetinin İlk Kurbanı Kıbrıs).
1912-1922 on yıl boyunca savaşmış bir devlet. Yanmış, yıkılmış. Her aile savaştan nasibini almış, kimi eşini, evladını kaybetmiş, kimi salgın hastalıklar sonucu çocuklarını toprağa vermiş ve açlık sefalet içinde bir millet. Lozan çok derin bir konu ve bir başka yazının konusu. Ancak şu kadarını söylemek istiyorum; Lozan bir bağımsızlık belgesidir.
Satırlarımı büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir…” sözüyle bitirmek istiyor, hepinize sağlık ve mutluluklar diliyorum.