Yeri, göğü, herşeyi, bizleri yaratan bir Yaratıcıdır Allah! Ve bu yarattığı şeyleri yaratıpta bırakmamış. Her an yeniden yeniye tekrar tekrar yaratıyor!
Bu yaratma işlemi, denizlerin dibinde de, toprağın derinliklerinde de, gökyüzündeki milyarlarca yıldızlarda da, bütün insanların herbir hücresinde de tam bir düzen ve plan içinde her an cereyan etmektedir.
Etrafımıza şöyle bir göz gezdirir isek ve akıl ve mantığımızı da beraber alırsak, bu muhteşem manevra meydanını net ve doğru bir şekilde müşahade ederiz! Ve daha bir derinlemesine inersek, küçük dilimizi yutacak hale gelebiliriz!
Şimdi düşünelim, bu muhteşem manevraları bu kâinata yaptıran kimdir? Bunu insan merak etmez mi!
İşte bütün bu ve buna benzer soruların cevaplarını, yine O’nun kitabından öğreniyoruz:
“Yedi gök ve yer ve onların içindekiler O’nu tesbih eder. Hiçbir şey yoktur ki, O’nu övüp O’nu tesbih etmesin; lâkin siz onların tesbihini anlamazsınız! Şüphesiz ki O, halîmdir, ceza vermekte acele etmez, gafûrdur, günahları çokca bağışlar.” (İsra Sûresi-44)
Bu kâinatı yaratıp düzene sokan ve hâlen daha ve her an yaratmaya devam eden Zat, onun ne maanaya geldiğini de, biz kullarına açık bir şekilde bildirmektedir. Yeter ki, bu konulara eğilip gayret gösterelim.
Bu dünyaya daha niçin geldik ki... Şu kısa, dar, sıkıntılı dünya hayatı başka ne anlama gelebilir ki...
Bütün mesele dünya hayatının maksat ve gayesini anlamamızdadır.
Biliyoruz ki, bu kâinatın bir başlangıcı vardır! Yani yaratılmıştır. İşte burayı yaratan Zat, bizi de memleketine kısa bir süreliğine misafir etmektedir. Yani kimin misafiriyiz? Bizi buraya niçin getirdi? Buradan nereye götüreceğini öğrenmemiz gerekmez mi?
İşte Aziz Dostlar!
Bizim dünyadaki en önemli işimiz, bunları düşünüp öğrenmektir!
Asıl işimiz bunlar olmakla birlikte, dünyada da meşgalemiz olsun diye, burdaki işleri de düzenleyeceğiz!
Hani insanlar bir yerlere gider ya, asıl işini yaptıktan sonra, kalan vakitlerini değerlendirmek adına, bazı yerlere de uğrar. Aynen öyle...
İşte Badiüzzaman Hazretleri, kâinatın özellikle insanın niçin yaratıldığını ve bu dünyadaki asıl işinin ne olduğunu veciz bir şekilde şöyle ifade etmektedir:
“Kat’iyyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, “İMAN-I BİLLAH”dır.
Ve insâniyetin en âlî mertebesi ve beşerin en büyük makamı, iman-ı billah içindeki “ MÂRİFETULLAH”tır.
Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o mârifetullah içindeki “ MUHABBETULLAH”tır.
Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfî sevinç, o muhabbetullah içindeki “LEZZET-İ RÛHÂNİYYE”dir.”
Evet bu dört kademe olan, imân-ı billah, mârifetullah, muhabbetullah ve lezzet-i rûhâniyye basamaklarından geçip, sâhil-i selâmet olan Cennet-âlâya ulaşmayı Cenâb-ı Hak hepimize nasip etsin...