Bu günlerde maaşlara yapılacak zam konuşulurken, asıl sorunun açlık olmadığı, ahlaki yozlaşma, milli ve manevi değerlerden gittikçe uzaklaşıyor olmamız olduğu düşüncesindeyim.
“İnsanı açlık değil, alışmış olduğu tokluk öldürür” diyor İbn-i Haldun.
Bir yandan Sarp Sınır Kapısında, telefon modelini yükseltmek için kuyrukta bekleyen insanlar, diğer yanda maaş zammını daha yukarıya çekmeye çalışanlar.
Elli bin liralık, yetmiş bin liralık telefon ne yapıyor ki, on bin liralık telefon kâfi gelmiyor, anlamış değilim.
Sokağın ne hale geldiğini, hızla bir yerlere doğru savrulduğumuzu, bu savrulmada, kimin ne kadar günahı olduğunu, ailenin, eğitim sisteminin rolü nedir, dışarıdan desteklenen bir durum mudur, bilemem. Bildiğim bir şey var ki, genel ahlak kurallarının, edebin, adabın, utanmanın hızla önemini yitirdiği, yıpratıldığı, dejenere edildiği, dibe vurmakta olduğu gerçeğidir. Bu acı gerçeklik karşısında, kimin ne yaptığı, kimin sancı çektiği, kafa yorduğu önemlidir.
Ahmet Hakan’ın yazısını okuyunca haberdar olduğum, bir genç kızın Anıtkabirde uygunsuz kıyafetle verdiği pozlardan rahatsızlık duyduğu, özetle “Kimsenin kıyafetine karışmam ama, Anıtkabirin bir adabı vardır” diyerek eleştirdiği konu, kanımca maaş zamlarından çok daha elzem, çok daha hayati bir konudur.
“Ne karışıyorsun”, “Sana ne” gibi itirazların baskı altına aldığı, kızınız, torununuz yaşındaki gence, büyük olarak, ya da öğretmen bakışıyla birkaç nasihat cümlesi kurmaya kalktığınızda, tepki gösteren, üstünüze gelen, sizi susturmaya yeltenen, azarlayan, “Size ne” diyen, “Bu toplumun evladı” insanlar bulursunuz karşınızda. Başınızı öne eğmek, susmak zorunda kalırsınız.
“Böyle değildi bu türkü”, birkaç yıl önce yalnızca plajlara gidenlerin gördüğü kıyafetler, en müstesna mekânlarda, şehirlerde, caddelerde, boy gösterir oldu.
Ne zaman ki, hakkı tavsiye edenler azaldı, “Bana ne, sana ne, neme lazım, beni ne ilgilendirir, seni ne ilgilendirir, ne karışıyorsun, boş ver” cümleleri çoğaldı, sokaklar âdeta denizsiz, kumsuz, şezlongsuz “plajlara” döndü.
Anıtkabir’in adabına uymayan kıyafetler, pozlar, sokağın, parkın, meydanın, okulun, toplu taşım araçlarının, halka açık yerlerin adabına uyar mı? Unutmayalım ki, sokağın da bir adabı vardır, olmalıdır.
Yozlaşmanın önüne geçebilmek için kafa yoranlar, çare arayanlar olmalı. Dava şuurundan yoksun, idealsiz, amaçsız, hedefsiz, sadece maddeyi önemseyen, “gününü gün etmekle meşgul, bir o kadar da tatminsiz, mutsuz” insanımızı bu durumdan çekip çıkaran bir el olmalı.