Hemen her gün bir tanıdığın, bir yakının, bir dostun haberini alırım. İletişim sektöründeki gelişmeler, dünyanın öbür ucunda cereyan eden olaylardan bile anında haberdar olmamızı sağlıyor. Üzülürüm, ağlarım, en kötü gibi gözüken komşunun, tanıdığın gidişi bile, bizde onulmaz bir yara açar. İnsanın kavga edeceği kişilere bile ihtiyacı vardır.
Bazen kendi kendime sorarım, “her şeyden haberdar olmak zorunda mıyız.” Haberdar olmak, çoğu kez üzülmek, karamsarlaşmak anlamına geliyor maalesef. Haber kanallarında münferit olaylar bile, adeta köpürtülerek önümüze getiriliyor. Bir insan sadece haberleri dinlemekle bile karamsar, mutsuz, umutsuz olabilir.
İyilik te, kötülük te bulaşıcıdır. Sadece kötü olayları haberleştirip sunarsanız, bu topluma iyilik yapmış olmazsınız.
Demokrasinin olmazsa olmazı seçimler yine yaklaştı. Birkaç kişinin ikamet ettiği köy muhtarlarlaından, milyonların ikamet ettiği büyük şehirlerin Belediye Başkanlarına kadar, hepsi yeniden seçilecek.
Çoğu kez mahalli spor müsabakaları, büyük spor organizasyonlarından daha kavgalı geçer. Eskiye oranla, muhtarların görev alanları daraldığı halde, sağlanan imkânların artması, muhtar seçimlerini daha çekişmeli hale getirdi.
Önceleri Köy ve Mahallelerde, saygınlığı ile öne çıkan, sözü dinlenen bir kişiyi istemese de muhtar yaparlardı. Bu saygın kişiler, köylüler arasında oluşan ihtilafların büyük çoğunluğunu, heyetiyle birlikte bir arabulucu maharetiyle giderirdi, birlik ve beraberliği sağlardı. Bugün mahkemelere intikal eden birçok anlaşmazlık, eskiden muhtar ve köy heyetleri tarafından çözümlenirdi. “Arazının sınırı burasıdır” dediler mi, taraflar onu kabul ederdi. Günümüzde maalesef bu insanlar yok denecek kadar azaldı. Sağlanan imkanlardan dolayı, hemen her köyde, birden çok muhtar adayı seçime girmekte. Bu durum demokratik açıdan güzel görünse de, maalesef köylerimizde dargınlıklara, küskünlüklere neden olabiliyor, dostluklar zedeleniyor.
Geniş perspektiften baktığımızda, seçimler bir hizmet yarışıdır, öyle olmalıdır. Belediye Başkanı aynı zamanda o şehrin “Şehremini”, Şehremanetinin başındaki kişi, şehrin emanet edildiği kişidir. Daha iyi hizmet etme niyet ve iddiasında olanlar, kim kazanırsa kazansın, sonucu olgunlukla, anlayışla karşılamalı değil mi.
Emanet önemlidir, hele hele koca bir şehrin emanetçisi olmak, ağır bir yüktür, büyük sorumluluklar yükler insana. En sonunda bu makamların kişiye yüklediği sorumluluğun hesabı sorulur.
Partizanlık maalesef aynı değerlere sahip insanları bile ayrıştırabilmektedir.
Sorumluluğunu düşündüğümüzde, Milletin makamları büyük yük yükler insanın omuzuna. Sonunda hesap vereceğine inanıyorsan eğer, o makamlar, ateşten gömlek olur insana.
Behlül Dânâ deli veli biri. Her sözünü çekinmeden söyler. Harun Reşit O’nu yanından ayırmaz. Gördüklerini, düşündüklerini çekinmeden Harun Reşit’e söyler, makamın şöhretinde kaybolmaması için, geçici olduğunu hatırlatır, sürekli O’nu uyarır.
Bir gün Harun Reşit bir yere gider. Behlül Dâna, boş bulduğu Harun’un makamına oturur. Korumalar fark edince, O’nu tokatlayıp makamdan indirirler. Bir kenarda “Harun, Harun” diye ağlaşirken, Harun Reşit gelir. “Behlül, ne niye ağlıyorsun, sen öyle iki tokatla ağlayacak biri değilsin”der. Behlül Dâna cevaben, “Ben yediğim tokatlara ağlamıyorum, o makamda beş dakika oturdum bu kadar tokat yedim, asıl sana ağlıyorum, senin halin ne olacak diye ağlıyorum” der.
Makamlara böyle bakanlar en sonunda kazanacak olanlardır. Her gün bir dostun, bir yakının vefatını haber alıyoruz. Bir an için o musalladakinin kendimiz olduğunu düşünerek davranırsak, insan incitebilir miyiz. Bugün dünyada son günümüz gibi düşünürsek, kavga eder miyiz.. Birbirimizi incitmeyelim, hele hele seçimler için, hiç incitmeyelim.
“İncinsen de, incitme”