Rize’ye “protokol” adamından çok, “halk adamı” gerektiğini düşünür, on dört mayısta seçileceğini düşündüğüm, ümit ettiğim adaylardan bu sefer daha umutlu olduğumu söylemek isterim.
Ankara’nın hava durumundan daha çok, memleketimin hava durumunu, Rize’nin haberlerini, oradaki gelişmeleri takip etmekten mutlu olmaya devam ederdim.
“Muhalif” olacağım diye, “Ovit Tüneli” gibi devasa bir yatırıma, “gerekli miydi”, denizi kara yapıp uçak indiren, devasa bir lojistik liman yapan Rizeliye vefasızlık etmez, destek verir, gurur duyardım.
Rize’ye yapılan her hizmetten memnun olur, daha fazlasını hak ettiğini düşünerek hareket eder, daha büyük projelerin kazandırılması için gayret sarf etmekten zevk alırdım.
Rize Milletvekili olsaydım, bir daha nasıl seçileceğimi düşünmeden, iyi bir iz bırakmayı hedeflerdim. Öyle gönüller almak isterdim ki sonunda, hemşehrilerimin talebiyle Rize Kalesinde metfun olmak isterdim.
Rize’yle ilgili projelerin takibinde, projeleri gerçekleştirmede Cumhurbaşkanı’ndan sonra bürokratların rolünün büyük olduğunu bilir, kamu yönetiminde tecrübeli, işinin ehli Rizelilerden, Bakanlıklarda iyi bir takım kurmaya çalışırdım.
“Çok Rizeli teklif ediyorsun” diye Cumhurbaşkanı tarafından azarlanmak isterdim.
Atandıktan sonra kapısını halka, özellikle de Rizelilere kapatan bürokratları değiştirmek isterdim.
Herhangi bir talepte bulunan kişilere “Hangi Partiye oy verdin” diye sormazdım.
Benim için Rizeli de, filanca şehirli de aynıdır demez, hemşehrilerime özel bir ilgi gösterirdim.
Rize milletvekili olsaydım, aldığım maaş dışında başka bir gelirim olmaz, vekilliğim bittiğinde muhtemelen şimdikinden daha az mala sahip olurdum.
Rize Milletvekili olsaydım, aileme yeterli zaman ayıramaz, maddi ve manevi olarak mağduriyet yaşarlardı.
Her problemi çözemezdim fakat, bana iletilen her sorunu halletmek için samimi gayret sarf ettiğimi muhataplarıma hissettirirdim.
İş talepleri için, bir şey yapmadıysam, yapamadıysam, “Senin için bir şey yapamadım, söyledim ama olmadı, sizin işiniz kendiliğinden oldu, ben bir şey yapmadım, yapamadım” demekten çekinmezdim.
Telefonumu hiç kapatmaz, numaramı değiştirmezdim, ikinci bir hat alırdım, cevaplayamadıklarıma mutlaka geri dönmek isterdim.
Hemşehrilerimin cenaze ve düğün merasimlerine, mümkün olduğunca katılmak isterdim, katılamadıklarımı telefonla bizzat arardım.
Ajandamdaki doktor portföyümü genişletir, hastası olanlarla yakından ilgilenirdim.
Neleri yapabileceğimi, neleri yapamayacağımı açıkça söylerdim, “miş” gibi yapmazdım.
En az konuştuğum kadar, karşımdakileri etkili bir şekilde dinler, dertlerini anlamaya çalışırdım.
Sıkıntısını anlatmaya çalışanları dinlerken, başka şeylerle ilgilenmezdim.
Özellikle TV programlarına çıktığımda, her konuda uzman kesilmezdim, uzmanlık gerektiren konularda, “bu konuya vakıf değilim” demekten çekinmezdim.
Ülkemizde ve Rize’de gerçekleşen projeleri yakından takip eder, nereden nereye geldiğimizi her platformda halka anlatır, yapılanların unutulmasını, tozlanmasını engellemeye çalışırdım.
Bulunduğum makamın yoğun olmasının doğal olduğunu bilir, “çok yoğunum, yirmi dört saat yetmiyor” asla demezdim.
Fırsat buldukça, Rize’den rasgele insanları arayarak, hasbihal etmek isterdim.
Aykırı fikirleri, muhalifleri, eleştirel bakanları dinler, eksiklikleri tespit etmeye çalışır, daha iyiyi yakalamak için gayret sarf ederdim.
Empati yaparak eksiklikleri, yapılamayanları, yanlış yapılanları, uygun platformda dile getirip, nasıl düzeltebileceğimizi anlatırdım.
Her şeyin mükemmel olduğunu, hiç eksiğimizin olmadığını asla söylemez, hataları kabul eder, giderebileceğimizi söylerdim.
Talepleri yazardım, talep sahiplerini danışmanım aracılığıyla mutlaka bilgilendirirdim.
Karşılayamadığım talepler, çözemediğim sorunlardan dolayı, seçmenlerden kaçmazdım.
Seçim öncesi kapısına gittiğim insanları, seçildikten sonra da ziyaret etmek isterdim.
Bayramlarda kendi el yazımla. mümkün olduğu kadar çok hemşehrime kartpostal göndermek isterdim.
Otomatik gönderilen cep mesajlarının ruhsuz olduğunu bilir, bu mesajlardan bir şey beklemezdim.
Zamanın çok çabuk geçeceğini ve eski bir milletvekili olacağımı aklımdan asla çıkarmaz, sade vatandaş olduğumda da saygı ve sevgi görecek şekilde davranır, bu düşünceyi destekleyecek işler yapardım.
Eleştiriden, yakınmaktan, yapamamaktan şikayet etmez, tüm negatifliklere karşı pozitif bakış geliştirirdim.
“Unutma, yoğun ilgi sana değil, makamadır” sözünü, kendim görecek şekilde masama yazardım.
Mehmet Akif’in “Kocakarı ile Ömer” şiirini tablo yapıp odama asar, arada bir anlayarak okurdum.
Tanınmayacak şekilde zaman zaman halkın arasında dolaşmak isterdim.
Arada bir sivil kıyafetle dolmuşa, halk otobüsüne, metroya binerek seyahat ederdim.
Ankara’daki evimi daha lüks, daha zengin bir semte taşımazdım.
Vekillik süresince hayat standardımı fazlaca değiştirmezdim.
Birinci derecedeki akrabalarımı siyasi gücümü kullanarak himaye etmeye çalışmazdım.
Rize’nin her mahallesine, her köyüne en az bir kere gitmek isterdim.
Üst düzey atamalarda Rize Grubu Mensuplarından yararlanmak isterdim.
Rize Grubu’nun on dört yıldır Ankara’da sürdürdüğü aylık buluşmalara, unvanımı dışarda bırakarak her ay katılmak isterdim.