İrfan COŞKUN
Köşe Yazarı
İrfan COŞKUN
 

KIRMIZI RENONUN BAGAJINDAKİ KÜTÜPHANE

Yıl 1987, Haziranda mezun olup, o zamanki öğretmenlik giriş sınavına katılmış, atama bekleyen, moda tabirle “Atanamayan öğretmendik”.    Elinde sarı bir zarf ile gelen postacıyı görünce heyecanlanmıştım. O günlerde postacı yolu gözlenen, türküsü dinlenen biriydi. “Bak postacı geliyor”.  Zarfı heyecanla açınca, içinden yine sarı bir A5 boyutundaki teksir kâğıdına daktilo ile yazılmış iki satırlık bir yazı vardı. Okuyunca, Beşikdüzü Kız Öğretmen Lisesine tayınımın çıktığını öğrenmiş oldum.    Mezuniyetten sonra 4-5 Ay işsiz olarak beklemek çok uzun gelmişti bana. Sarı zarf içinde iki satır yazılı teksir kağıdının adının “kararname” olduğunu sonradan öğreniyorum.   Trabzon İl Milli Eğitim Müdürlüğüne gidip, göreve başlama yazısını alarak, bir an evvel göreve başlama arzumuzun yerine gelmesini ancak tanıdık bir isim sağlayabilirdi. Yer bilmez, yurt bilmez, usul bilmez, acemi bir delikanlıydık. Hatırladığım kadarıyla Valilikle aynı kampüste bulunan hakim tanıdığımızın kapısını çaldığımızda “Çık dışarı” sesiyle neye uğradığımızı şaşırıp kalmıştık, kovulmuştuk adeta. Yuvadan yeni ayrılan ürkek bir kuş misali, ürkmüştük.   Oradan İl Müdürlüğünü aratıp, görev yazımızı almayı umut etmiştik, olmadı, ürkekliğimiz bir kat daha arttı. Demek ki biz onu tanısak da o bizi tanımıyordu, biz de kim oluyorduk ki. “Çaylak” bir öğretmen adayı.   Hani iki dost birbiriyle sözleşirler. İleride birimiz etkin bir makama gelirse, görüşmek için gelindiğinde “Ben oyum” diye bir mesaj gönderecek ve hemen kapılar açılacak derler. Sonra gün gelir bu arkadaşlardan biri Bakan olur, diğer arkadaşı özel kalemine gelir, oldukça kalabalıktır. Sekretere, Bakan Beye birisi geldi “Ben O’yum” diyor, der mısınız. Özel Kalem Makama girer, kısa süre sonra gelir ve adama, Bakan Beyin “Ben O değilim” dediğini iletir.   Boynu bükük bir şekilde, çeker gider. Bizimki de böyle bir şey.   O tavır içimde öyle yaralar açtı ki, sonraki meslek hayatımda, emanetini taşıdığım makamlarda kapım hep açık oldu, sorun çözen, sıkıntı gideren bir yapı benimsedim. Hatırlıların olduğu kadar, kimsesizlerin de telefonlarına hep cevap verdim. Bilinmeyen numaralara baktım, meşgul olduğumda geri döndüm,  meşru ve hukuki talepleri yerine getirmeyi, sorunları çözmeyi, insanlara yardımcı olmayı bir hayat felsefesi olarak benimsedim. Bugün mutluysam, bundandır mutluluğum.   Anlatacak çok şey olunca, konuyu sınırlamakta, esasa gelmekte zorluk çekiyoruz. Otuz beş yılı bir sayfaya sığdırmak mümkün mü, bir gün inşallah meslek hayatımızda yaşadıklarımızı kaleme alma imkânı buluruz diyerek, bagajdaki kütüphaneye geçelim. 1989 da, henüz iki yıllık bir öğretmenken rahmetli Babamın yardımıyla 74 model kırmızı bir reno almıştım. Öyle araba sahibi olmak bu günkü kadar kolay değildi. Koca Beşikdüzü Öğretmen Okulunun bahçesinde bir de kırmızı bir wosvos kaplumbağanın olduğunu hatırlarım.   O yıllarda öğretmenlikten ayrılmış, ticaretle uğraşan, Beşikdüzü deyince hep hatırladığım, hatırlayacağım, fındık taşıyan kırmızı kamyonetiyle bütün öğretmenlerin ilçe içerisindeki taşıma işlerini ücretsiz yapan can dostum Sakin Terzi’ye ricada bulunup, Vakfıkebir’deki uğrak noktamız kitapçıya giderek kendimce seçkin eserlerden, 74 model kırmızı renonun bagajını doldurdum. Epeyce bir yekun tutan kitap ücretini hiç tereddüt etmeden ödeyen cömert kardeşim Sakin’e bugün de teşekkür ediyorum. Allah kendisinden razı olsun.   Bagajımız kitap doldu. Okula gidip, “Bagaj kütüphanemizden” öğrencilere kitap dağıtmaya başladık. Kitapları emanet veriyor, okuyan öğrenci geri getiriyor, başka bir kitap alıyordu. öyle ki, zamanla okuna okuna kitaplar sahaflardaki el yazmalarını andırırcasına eskidi. Ciltleri eskiyip kopanları tamir ediyor, yeni öğrencilerin okumasını sağlıyorduk. Bagaj Kütüphanemizi zaman zaman yeni kitaplarla takviye ediyorduk. Uzunca bir süre böyle devam etti. Öğrenciler okudukça bizim de mutluluğumuz artıyordu. Bir yandan da Milli Manevi değerlerimize uygun seçilmiş bu eserleri öğrencilerimize okuturken, soruşturmaya muhatap olmaktan da korkuyorduk.   Memuriyete çok mecbur olmayışımız, başka alternatiflerimizin de bulunuşu bizi rahatlatıyor, cesaretimizi artırıyordu. İlkokulda, Ortaokulda, Lisede okumadığım, okuyamadığım kitapların hep eksikliğini, ezikliğini çekmişimdir.    İdeal bir öğretmen yalnızca dersini veren değil, ders dışı da öğrencilerine örnek olan, yardımcı olan, daha iyi yetişmelerine ekstra katkı sağlayan, onlara zaman ayırmaktan mutlu olandır. Şimdi basından zevkle takip ettiğim Şana-Taka Kütüphanesini kuran ve sevdiren Rize eniştesi Bahattin Hocamız da, o yıllardaki eli kalem tutan arkadaşlarımızdandır.    Selam olsun, yüreğinde menfaatsiz projeler taşıyanlara.
Ekleme Tarihi: 01 Ocak 2023 - Pazar

KIRMIZI RENONUN BAGAJINDAKİ KÜTÜPHANE

Yıl 1987, Haziranda mezun olup, o zamanki öğretmenlik giriş sınavına katılmış, atama bekleyen, moda tabirle “Atanamayan öğretmendik”. 
 
Elinde sarı bir zarf ile gelen postacıyı görünce heyecanlanmıştım. O günlerde postacı yolu gözlenen, türküsü dinlenen biriydi. “Bak postacı geliyor”.  Zarfı heyecanla açınca, içinden yine sarı bir A5 boyutundaki teksir kâğıdına daktilo ile yazılmış iki satırlık bir yazı vardı. Okuyunca, Beşikdüzü Kız Öğretmen Lisesine tayınımın çıktığını öğrenmiş oldum. 
 
Mezuniyetten sonra 4-5 Ay işsiz olarak beklemek çok uzun gelmişti bana. Sarı zarf içinde iki satır yazılı teksir kağıdının adının “kararname” olduğunu sonradan öğreniyorum.
 
Trabzon İl Milli Eğitim Müdürlüğüne gidip, göreve başlama yazısını alarak, bir an evvel göreve başlama arzumuzun yerine gelmesini ancak tanıdık bir isim sağlayabilirdi. Yer bilmez, yurt bilmez, usul bilmez, acemi bir delikanlıydık.
Hatırladığım kadarıyla Valilikle aynı kampüste bulunan hakim tanıdığımızın kapısını çaldığımızda “Çık dışarı” sesiyle neye uğradığımızı şaşırıp kalmıştık, kovulmuştuk adeta. Yuvadan yeni ayrılan ürkek bir kuş misali, ürkmüştük.
 
Oradan İl Müdürlüğünü aratıp, görev yazımızı almayı umut etmiştik, olmadı, ürkekliğimiz bir kat daha arttı. Demek ki biz onu tanısak da o bizi tanımıyordu, biz de kim oluyorduk ki. “Çaylak” bir öğretmen adayı.
 
Hani iki dost birbiriyle sözleşirler. İleride birimiz etkin bir makama gelirse, görüşmek için gelindiğinde “Ben oyum” diye bir mesaj gönderecek ve hemen kapılar açılacak derler. Sonra gün gelir bu arkadaşlardan biri Bakan olur, diğer arkadaşı özel kalemine gelir, oldukça kalabalıktır. Sekretere, Bakan Beye birisi geldi “Ben O’yum” diyor, der mısınız. Özel Kalem Makama girer, kısa süre sonra gelir ve adama, Bakan Beyin “Ben O değilim” dediğini iletir.
 
Boynu bükük bir şekilde, çeker gider. Bizimki de böyle bir şey.
 
O tavır içimde öyle yaralar açtı ki, sonraki meslek hayatımda, emanetini taşıdığım makamlarda kapım hep açık oldu, sorun çözen, sıkıntı gideren bir yapı benimsedim. Hatırlıların olduğu kadar, kimsesizlerin de telefonlarına hep cevap verdim. Bilinmeyen numaralara baktım, meşgul olduğumda geri döndüm,  meşru ve hukuki talepleri yerine getirmeyi, sorunları çözmeyi, insanlara yardımcı olmayı bir hayat felsefesi olarak benimsedim. Bugün mutluysam, bundandır mutluluğum.
 
Anlatacak çok şey olunca, konuyu sınırlamakta, esasa gelmekte zorluk çekiyoruz. Otuz beş yılı bir sayfaya sığdırmak mümkün mü, bir gün inşallah meslek hayatımızda yaşadıklarımızı kaleme alma imkânı buluruz diyerek, bagajdaki kütüphaneye geçelim.
1989 da, henüz iki yıllık bir öğretmenken rahmetli Babamın yardımıyla 74 model kırmızı bir reno almıştım. Öyle araba sahibi olmak bu günkü kadar kolay değildi. Koca Beşikdüzü Öğretmen Okulunun bahçesinde bir de kırmızı bir wosvos kaplumbağanın olduğunu hatırlarım.
 
O yıllarda öğretmenlikten ayrılmış, ticaretle uğraşan, Beşikdüzü deyince hep hatırladığım, hatırlayacağım, fındık taşıyan kırmızı kamyonetiyle bütün öğretmenlerin ilçe içerisindeki taşıma işlerini ücretsiz yapan can dostum Sakin Terzi’ye ricada bulunup, Vakfıkebir’deki uğrak noktamız kitapçıya giderek kendimce seçkin eserlerden, 74 model kırmızı renonun bagajını doldurdum. Epeyce bir yekun tutan kitap ücretini hiç tereddüt etmeden ödeyen cömert kardeşim Sakin’e bugün de teşekkür ediyorum. Allah kendisinden razı olsun.
 
Bagajımız kitap doldu. Okula gidip, “Bagaj kütüphanemizden” öğrencilere kitap dağıtmaya başladık. Kitapları emanet veriyor, okuyan öğrenci geri getiriyor, başka bir kitap alıyordu. öyle ki, zamanla okuna okuna kitaplar sahaflardaki el yazmalarını andırırcasına eskidi. Ciltleri eskiyip kopanları tamir ediyor, yeni öğrencilerin okumasını sağlıyorduk. Bagaj Kütüphanemizi zaman zaman yeni kitaplarla takviye ediyorduk.
Uzunca bir süre böyle devam etti. Öğrenciler okudukça bizim de mutluluğumuz artıyordu. Bir yandan da Milli Manevi değerlerimize uygun seçilmiş bu eserleri öğrencilerimize okuturken, soruşturmaya muhatap olmaktan da korkuyorduk.
 
Memuriyete çok mecbur olmayışımız, başka alternatiflerimizin de bulunuşu bizi rahatlatıyor, cesaretimizi artırıyordu.
İlkokulda, Ortaokulda, Lisede okumadığım, okuyamadığım kitapların hep eksikliğini, ezikliğini çekmişimdir. 
 
İdeal bir öğretmen yalnızca dersini veren değil, ders dışı da öğrencilerine örnek olan, yardımcı olan, daha iyi yetişmelerine ekstra katkı sağlayan, onlara zaman ayırmaktan mutlu olandır.
Şimdi basından zevkle takip ettiğim Şana-Taka Kütüphanesini kuran ve sevdiren Rize eniştesi Bahattin Hocamız da, o yıllardaki eli kalem tutan arkadaşlarımızdandır. 
 
Selam olsun, yüreğinde menfaatsiz projeler taşıyanlara.
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve rizeninsesi.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
timbir - birlik haber ajansi