Haccı tamamlamanın insanda bir rahatlamaya, iç huzura vesile olduğu bir gerçek. Uzun süreli hacca gitmenin avantajlarını değerlendirip, bayram sonrası farklı açılardan bakma, farklı yerleri görme, farklı gözlemler yapma, farklı izlenimler edinme imkânı buluyoruz.
Bu güzellikleri tespit edince, erken dönme fikrinden vaz geçiyor, telaşsız bir şekilde, gücümüz yettiğince Kâbe’ye gidiyor, tavaf yapıyor, vakit namazlarını eda etmeye çalışıyoruz. Artta kalan zamanlarda Mekke’yi farklı bir perspektiften gözlemliyor, temaşa ediyor, notlar alıyoruz.
Özellikle Afrika ülkelerinden gelen hacıların, Türkiye deyince hemen “Erdoğan” dediklerine, sevgilerini belli ettiklerine şahit oluyoruz. Göğsümüz kabarıyor. Evet “Erdoğan” ismi bize de tanıdık geliyor, bu sevgi gösterisi, Ülkemize gösterilen bu ilgi göğsümüzü kabartıyor.
Bunca farklı dilden, farklı tenden, farklı ülkelerden insanların kardeşçe bir arada olabildiklerini görünce “Neden bu ülkeler birbirini desteklemesin, birleşmesin, güç birliği yapmasın” diye düşünmeden edemiyoruz. Ülkemizin liderliğinde “Bir gün mutlaka gerçekleşir” duasını geçiriyoruz zihnimizden.
Birlik olamamanın birden çok nedeni olabilir ama, ilk aklımıza gelen yönetimler, yönetenler oluyor. Tabii ki, bu muazzam gücün, birlikteliğin oluşmaması için yoğun çaba sarf eden güçlerin olduğu gerçeğini bilerek konuşuyoruz. Bizler, hal, hareket, çalışkanlık, sebat ve inandıklarımızı yaşadığımızda, o da gerçekleşecek inşallah diyoruz.
Hicaz Demiryolunun gidiş gelişleri kolaylaştırmasıyla, birlikteliğe muazzam katkı sağlayacağı, daha sık görüşen insanların aynı milletten olduklarının farkına varacakları apaçık bir gerçekti. Bu bakımdan, Hicaz Demiryolu sadece bir yol değil, birleştiren, kaynaştıran, yaklaştıran, güç birliği yapmayı kolaylaştıran, sağlayan demir ağlardı. İşte bundandır ki, o demir ağlar, bu birliktelikten rahatsız olan, korkan, çekinen, ürken “Tek dişi kalmış canavarların” ve onların işbirlikçilerinin saldırısına uğramış, sökülüp atılmış, yağmalanmıştır, talan edilmiştir.
Düşünün ki, yüz küsür yıl önce döşenen raylar, yönetim başkalarına geçse de neden kullanılmaz da harap edilir. Çünkü, o demir ağlar, sadece demir yolu değildi, sadece tren taşımıyordu, gönülden gönüle köprüydü, kalpleri kalplerle buluşturuyor, kardeşliği pekiştiriyordu. Bir gün yeniden, daha moderniyle, “Harem’den, Harem”e gitmek nasip olur, olacak inşallah.
Mescid-i Haram’ın avlusunda yere oturmuş bir gruba selam veriyoruz. Türk olduğumuzu anlayınca, hepsi ayağa kalkıyor, tek tek bizi kucaklıyor, muhabbetlerini, saygılarını iletiyorlar, Pakistanlı kardeşlerimiz. Bizleri içten sevdikleri, saygı duydukları, hallerinden belli. Nasıl mutlu olmaz insan.
Mekke’de, Kâbe çevresinde dokunulmamış tepe, dağ neredeyse kalmamış. Hz.İbrahim’in Hacer-i Esved’i getirdiği, doğal kalmış, Ebu Kubeys Dağı’na bakıp soluklanıyoruz.
Peygamberimiz’in de baktığı, temaşa ettiği tepeler iç huzurumuzu artırıyor, yoksa neyimize lüks oteller, beton yığını mekânlar.
Mekke Caddeleri hurma ağacı ve akça ağaca benzeyen (adını bilemediğim) bir tür ağaçla yeşillendirilmiş, yer yer yol aralarında çimenlikler de görmek mümkün. İşlek Caddeler yer yer altı gidiş, altı geliş şeritten oluşuyor. Sürücüler yayaya saygılı.
Zaman zaman telefondan Rize dağlarına bakıyor, Mekke ve Rize dağlarını karşılaştırıyorum. Bu çöl ortasında o yeşillikleri besleyenlere teşekkür etmek gerek, teşekkür ediyoruz. Bizdeki yeşilliklerin değerini yeterince bilemediğimize de üzülüyoruz.
Gelecek yazıda Cidde’ye, dönüş yoluna ram olacağız.