Çeyiz sandıkları vardı evlerde, ceviz ağacından yapılmış. Ahşap oyma sanatının incelikleriyle bezenmiş. Genç kızların çeyizlerini kem gözlerden koruyan, gelinlerin sırlarını saklayan, annelerin kefenliklerini muhafaza eden, çok özel eşyaların destelendiği sandıklar.
Şimdileri vitrinleri süslemesinde beis görülmeyen, o zaman başkalarının görmesinin zül adledildiği özel giysiler, dişinden, tırnağından artırılarak biriktirilen ihtiyat akçeleri. “Bir gün lazım olur” diyerek saklanan, geçen zamanın farkına varmadan tedavülden kaldırılan ve geçersiz olan banknotlar.
Ve bu sandıktakiler güzel koksun diye içine konan elmalar. Aroması iç açıcı, mis kokulu elmalar. Her nedense kolay çürümezdi bu meyveler. Ayvalar sarısı değil sandığı, odaları aromaya boğardı. Kapıyı açınca ‘Oh’ derdiniz içinizden.
İnsanlar da natüreldi, kokular gibi. Yastıklar tekti, çift kişilik yataklarda. O günden kalmadır bilirim, evlilik cüzdanını gelin hanıma takdim ederken, “Bir yastıkta kocayın” demesi, kıdemli nikah şahidinin. Yastıkların çift olduğunu bile bile. O yastıklar ki, özenle hazırlanan beyaz kılıflarını, göz nuru iğne oyaları süslerdi. Tertemiz ve estetik kaygısıyla hazırlanan, gelinlik kızların utangaçlığını taşıyan, genellikle kırmızı başlı külahları olurdu.
Ya şimdi;
Sandık bulsak, içine koyacağımız elma kokmaz, aroma fakiri, koysak üç gün dayanmaz. Sandıktakiler yok olmuş, değerlerimizin yok olduğu gibi. Çok özel giysiler vitrinleri süslemiş, pazara düşmüş sır gibi sakladıklarımız.
Koku mu dediniz, bir sürü kimyasal, bolca para verilerek alınan, kimine göre güzel kokan, kimini rahatsız eden, keskin kokular türemiş. Biz böyle keskin kokularla büyümedik, uzaktan burun direklerini sızlatan.
Nerde olduğu gibi görünen insanlar, bir yastıkta kocayacak öyle mi? Çeyiz hazırlayan var mı gerçekten genç kızlardan? Her şey ‘kullan at’ olmuş adeta. “Dostluklar” bile. Arının çiçekteki bir dirhem nektara koştuğu gibi, her şey çıkar olmuş, bal varsa geliyor insanlar, gelmesini bekliyorsan bir dirhem balınız olmalı, ya da ne bileyim hiç değilse pekmeziniz. Ondandır dalgalar gemiyi sarstığında terk edenlerin çokluğu.
Nektara koşan arı, çiçeğin döllenmesini sağlar farkına bile varmadan. “Emrelunduğu” gibi bir düzen işler. Hak etmediği pekmeze ve bala konanlar, gün gelir harami (yağmacı) arı misali bal denizinde boğulur, ya da bir gün oltanın ucundaki kancaya takılır, fare kapanına kısılır.
Kala kala bir sen kalırsın bir de ben, çünkü biz eski dostuz, yoklukların, zorlukların, yalnızlıkların birbirinden ayıramadığı, elma kokulu çeyiz sandıkları olan annelerin büyüttüğü.