İnsanlık tarihi cellatlar ve kurbanlarla doludur. Cellat deyince aklımıza acımasız, gaddar insanlar; kurban deyince de teslim olmuş zavallı insanlar gelir. Çoğunlukla kurbanlar suçsuzdur. Ama zayıftırlar, haklılıklarını kanıtlayamazlar!
Cellatları ikiye ayırmak lazım. (1) Görünür cellatlar, (2) Görünmez cellatlar. Görünür cellatlar ete kemiğe bürünmüş olanlardır. Çeşitli kimliklerde çıkarlar karşımıza; kimi dost, kimi arkadaş, kimi patron, kimi yönetici, kimi, amca, dayı hala, yeğen, akraba. Görünmez olanlar daha tehlikelidir onlar her dönem başka kılıklarda çıkarlar karşımıza; bir düşünce, bir olgu gibi örneğin; etnik köken, ırk, din, dil…
Görünmez cellatlar her şeyi kullanırlar ve görünür figüranları vardır. Figüranlar bazen siyasi liderdir, bazen din adamıdır, bazen tarikat ve cemaat lideridir, bazen bilim insanıdır, bazen de edebiyatçı, tarihçi, yazar, sanatçı ve benzeridir.
Günümüzün Celladı Korenavirüs (COVID-19) mü?
Tarihte yaşanan salgınlar bize virüslerin savaşlardan daha çok insan öldürdüğü göstermiştir. Örneğin, 20. Yüzyılın en büyük salgını “İspanyol Gribi” ne bakılım. Grip 1918’de ABD Kansas Ctiy’de bir askeri kışlada ortaya çıktı. Birinci dünya savaşı sonrasında ABD’den Avrupa’ya gönderilen askerler ile dünyaya yayıldı. İspanyol Gribinden dünya genelinde 50 milyon insan öldü. Birinci Dünya Savaşında ölen askerlerin sayısı 8,5 milyondur. 2.Düya Savaşında Japonya’ya atılan iki atom bombası sonrası ölenlerin sayısı (Hiroşima, 140 bin, Nagasaki 70 bin) 210 bindir. Özetle; veriler salgınların savaşlardan ve nükleer silahlardan daha çok can aldığını bize göstermektedir.
Covid-19’un biyolojik silah olup olmadığı tartışmaları devam ediyor. Ancak içinde bulunduğumuz gerçeklikte bu virüsün ister biyolojik, ister doğal olsun “insanın ektiğini biçmesinin” sonucu oluştuğudur. Nasıl mı?
İnsanlık için büyük bir adım olarak kabul edilen tarım devrimi ile insan “Avcı-Toplayıcı” konumdan yerleşik hayata geçer. Yerleşik hayat kendi kurallarını oluşturur. Doğanın ürettiklerinin yerini insanın seçerek ürettikleri alır. Yine doğada kendiliğinden yaşayan canlıların yerini insanlar için yararlı olduğu düşünülen evcil hayvanlar alır. Böylece yabani hayvanların ve bitkisel ürünlerinin birçok türü yok olur. Yanı tarımsal üretimle çevrenin dengesi değişir ve insanların üretimin bir parçası haline getirilmesi süreci de başlamış olur.
Sanayi devrimiyle gerçekleşen makineleşme ve fabrikaların açılmasıyla insanlar belirli merkezlere göçmeye başlar. Fabrikalarda çalışan insanların hayatları belirli bir rutine bağlanır. Tarım devrimiyle üretimin parçası olmaya başlayan insanın hayatı artık makinenin kontrolü altındadır. Bu süreçte fosil yakıtların kullanılmasına başlanır. Atmosfere salınan sera gazlarının yoğunluğu giderek artar. Böylece gezegenin ısınması ve iklimlerin değişme süreci başlar.
Nihayet işin içine teknoloji girer. Yeni keşifler, yeni buluşlar baş döndürücü bir hızla varlığını sürdürür. Teknoloji hep vardı aslında ama o kadar hızlanır ki insan denen canlı neye uğradıklarını şaşırır ve farkında olmadan teknolojinin kölesi olur.
Dünyanın insan faaliyetleri sebebiyle geldiği yer ne yazık ki burasıdır. Gelecek uzmanların öngörülerine göre daha da karanlık görülmektedir. 2030-2050 yılları arasında dünyada sıcaklığın 1,5-2 derece artacağı öngörülmektedir. Sıcaklığın 2 derece artması halinde buzulların eriyeceği ve bir kısım kıtaların sular altında kalacağı bilinmektedir.
Yaşanan derin bir iklim ve çevre krizidir aslında. İnsanın mevcut yaşam biçimini sürdürebilmesi için 1,5 gezegene ihtiyaç olduğu hesaplanmıştır.
Bu savaş doğanın insana karşı verdiği varlığını sürdürme savaşı mıdır?
Doğanın insanın dışındaki hiçbir canlıya dokunmaması bunun en büyük kanıtıdır. Doğa sadece insanı ayırıyor. Yaşananlar aslında doğanın insana bir mesajıdır. Doğa şöyle diyor: Ben sana ait değilim, sen bana aitsin. Artık yeter dokunma, benimle oynama… Ey insan senin varlığını sürdürmen için bana ihtiyacın var, dikkatli ol..!
Asil soru şudur: İnsanlık bu mesajı alabildi mi, ya da alabilecek mi?
Dünya nüfusunun 20’si dünya kaynaklarının 80’ini tüketiyor ve o oranda dünyayı kirletiyor.
Gelinen aşamada aşı çalışmalarıyla toplumsal bağışıklık oluşturma sürecine geçilmesi umut verici. Ancak bu süreç dahi adil ve eşit değil. Her zaman olduğu gibi bedeli mağdurlar ödemeye devam ediyor. Yani kurbanlar için bir şeyler çok da değişmiyor. Ancak unutulmaması gereken bir gerçek daha var ki o da cellatların da ölümlü olduğudur.
Peki, bu krizden onların payına düşecek olan nedir?
Bence ektiklerine bakmaları gerekmektedir. Aksi Ay’ın karanlık yüzünü veya başka gezegenlerde hayat olup olmadığını izlemeye devam edeceklerdir.