'17. yüzyıl, matematik çağı, 18. yüzyıl fizik çağı, 20. yüzyılımız korku çağıdır…'
Albert Camus
2020 yılının bir ayını geride bıraktık. Geçtiğimiz yıla yani 2019 yılına kısaca bakarak ‘Neredeyiz?’ sorusunu yanıtlayabileceğimizi düşünüyorum.
Günümüzde yaşanan hak ihlalleri, yoksulluk, ahlaki yozlaşma en çok ta en savunmasız olanları kadın ve çocukları etkiliyor.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun 2019 yıllık raporuna göre ülkemizde 2019 yılında 474 kadın cinayeti işlenmiş, aynı raporda son 5 yılda 94 kadının devlet koruması altındayken öldürüldüğüne de yer almış.
Çocuk Hakları Sözleşmesine imza atan ülkeden biriyiz. Ülkemizde Çocuk Hakları Sözleşmesi 2 Ekim 1995’ten itibaren uygulanmaktadır. Sözleşmenin birinci maddesi on sekiz yaşına kadar her kesi çocuk kabul eder, 34.maddesi ise; Taraf devletlerin, çocuğun, her türlü cinsel sömürüye ve cinsel istismara karşı koruması güvencesini oluşturur.
Ne yazık ki çocuklarımızı koruyamıyoruz. Rakamlar korkunç. İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Çocuk Hakları Komisyonu raporuna göre son 16 yılda 18 yaşın altında 440 bin çocuk doğum yapmış ve cinsel suçların 46’sı çocuklara karşı işlenmiş…
İşsizlik oranlarına gelince TÜİK verilerine göre 2018 yılının Eylül ayında yüzde 11,4 olan işsizlik oranı 2,4 puanlık artış ile 2019 yılında yüzde 13,8’e çıkmış… Bu konuda yaşanan intiharlar da durumun ciddiyetini gösteriyor.
Peki, çalışanların durumu nasıl? TÜRK-İŞ’in açlık sınırı ve yoksulluk araştırmasına göre 4 kişilik ailenin açlık sınırı 2 bin 219, yoksulluk sınırı 7 bin 229 lira…
Maslow’un İhtiyaçlar piramidinin ilk basamağını ‘fizyolojik ihtiyaçlar’ oluşturur. Ülkemizde açlık sınırının altında bulunan yaklaşık 20 milyon nüfus bu ihtiyaçlarını dahi karşılayamamaktadır.
Toprakları verimli bir ülkede yaşıyoruz. Toprak Mahsulleri Ofisi’nin Ekim 2019 raporuna göre yılın ilk sekiz ayında 4 milyon 825 bin ton ekmeklik ve 632 makarnalık olmak üzere toplam 5 milyon 457 bin ton buğday ithal edilmiş..! Oysa biz buğdayın ana vatanıyız.
Neler ithal etmiyoruz ki! Çay, nohut, üzüm, domates, fındık, kayısı, soya, pamuk, pirinç, kuru fasulye, mercimek, saman, et, balık.. Liste çok uzun şimdilik bu kadarla yetinelim.
Bu tablo İnsan Hakları Karnemize bakmamızı da gerektiriyor. Bilindiği üzere İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi imzalayan ülkelerden biriyiz. 1948’de imzalanan beyannamenin 71. Yılında yani 10 Aralık 2019’da İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) tarafından Türkiye İnsan Hakları Karnesi açıklandı. Rapordan birkaç veri:
11 bini kadın, 3 bin 100’ü çocuk olmak üzere toplam 286 bin 500 tutuklu ve hükümlü mevcut, 780 çocuk ise anneleri ile birlikte cezaevinde bulunuyor.
65 gazeteci gözaltında 32’si hakkında soruşturma, 19’u hakkında dava açılmış. Bu listede çok uzun. Bu iki veri tabloyu görebilmemiz açısından yeterli diye düşünüyorum.
Ebetteki böyle bir tabloda bilgisizliğin yarattığı sorunların çok ciddi boyutlarda olduğu söylenebilir. Eğitim sistemimiz bilgi çağında ezberden öteye gidememektedir. İyi insan yetiştirebilme konusuna gelince; ders programına bir saatlik değerler eğitimi dersi konarak bu sorunun çözüldüğü düşünülüyor, ya da düşündürtülüyor…
Güç ve politika oyunlarının dünyayı yaşanmaz hale getirmesine yine ülkemizden bir örnek daha vermek istiyorum. Bir öğretmen tayinini doğudan batıya yaptırmak için gidip işini yaptırabileceği güçteki sendikaya üye olur, tayinini yaptırır. Sonra sendika tekrar işine yarayabilir düşüncesi ile istifa etmez! Oysa öğretmen öğrencisi için modeldir.
Bozulma, dağılma, sağlamlığını, dayanıklılığını yitirme; yıpranma, çökme olarak açıklayabileceğimiz çürümenin bu anlamda insanlar hatta toplumlar içinde söz konusu olabileceğini söylemek yanlış olmaz.
2020 yılına iyi başlamadık. 24 Ocakta Elazığ’da 6.8 şiddetinde bir deprem yaşadık. 41 vatandaşımız hayatını kaybetti, onlara rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum. Halen hastanelerde tedavi görmekte olan yaralılara acil şifalar diliyorum…
Depremle ilgili yaşananlar halen felaket yaşanmadan önce önleyici tedbirler alma, deprem gerçeğine göre yaşama ve yapılaşma, halkı bilinçlendirme ve benzeri konulardan çok uzak olduğumuzu bize gösterdiği gibi, sözüm ona bilim insanı kimliğinde birinin bulunduğu çağdan, bilim ve vicdandan uzak; Çocuk yaşta evliliği getirip ölüm ve acıların yaşandığı bir felaketin içine yerleştirmesi ve depremi bir tür ceza olduğu imasında bulunması…
Söylenecek söz çok. Ama Albert Camus’un yüzyılımızı korku çağı olarak nitelemesine çürümeyi de eklememiz gerekiyor diye düşünüyorum, ne dersiniz?
Hepinize sağlık ve mutluluklar diliyorum…