Lafı eveleyip gevelemeye gerek yok. Böyleyiz, böylesi olduk.
Günü idare etmekteki maharetimize, bir yolunu bulup mazeret üretmekteki pratikliğimize söz söyletmeyiz. Kimse ağzını açmaya da kalkmasın.
Film izler gibi izliyoruz televizyon ekranlarından onca vahşeti.
Taş üstüne taş bırakmamaya and içmiş gözü dönmüş zalimin karşısında ne yazık ki omzunun üstünde baş taşıyanların birçoğu avuçlarıyla gözlerini kapatmışlar.
Gözler sıkı sıkıya kapanmış olsa da gerçek apaçık ortada; ne acıdır bir buçuk milyar Müslüman, bir buçuk porsiyon muamelesi görmekte…
“Komşusu açken tok yatan bizden değildir “ öğretisine muhatap olmamak için; bizimkilerin bir kısmı ya zengin mahallesine taşındı, ya da taşınmanın telaşında…
Geri kalanların ekseri çoğunluğu arzı inleten imdat çığlıklılarının karşısında yardım etmek için “gönder tuşuna” basıp harçlık göndererek amellerin en makbulünü yerine getirmenin gönül rahatlığı içinde.
Bazıları ise “yapılan zulmü kınıyorum…” mesajını takipçilerine göndermenin gayretinde. Sosyal medyada, gâvurun icadı makineyle duygular paylaşılıp birde mesaja uygun görsel de eklenince kim çıkıp hiçbir şey yapılmadı diyebilir?
“Kahrolsun…” diyerek meydanlarda bir süre haykıranlar da evlerine döndüklerinde seslerini duyurduklarından emindirler.
Heyhat!
Gecenin bir vaktinde zalim, kapıya dayanır diye “ anneler ” taşlarla uyuyor; farkında mıyız?
Babalar, dalından koparılır, elinden kayıp gider korkusuyla kıyama durup “evlat nöbeti” tutmakta; farkında mıyız?
Çocukların yetim kalmış gülüşleri. Yavruların yarım kalmış mevsimleri…
Farkında mıyız? Çok olan azalmış, azalan ise yok olmak üzere.
Farkına varsak da varmasak da zaman git gide daralıyor. Daraldıkça topyekûn tükeniyor, tükendikçe ise dağılıyoruz.
Fosfor bombalarının en fosforlusuyla gecenin zifiri karanlığını aydınlatanlar şenlik yaptığını sansalar da,
Ağızlarından alev saçanlar; yürekleri kavi olanları sarstıklarını sansalar da,
Demir kubbelerinin altında kendilerinin güvende olduklarını sansalar da;
Er geç her birinin sinelerini “korktukları” teslim alacaktır.
Öyleyse;
İş işten geçmeden insan olmanın gereğini yerine getirip vicdanımızın sesine -iç sesimize- kulak vermek durumundayız.
“Çocuklar uyurken susulur, ölürken değil” diyerek ölümle dirilen canlara can olmalıyız.
Vahşete umursamaz davranmak, mazluma el uzatmamak insan onuruna yakışmayacak bir davranıştır. Böylesi bir tutumu sergileyenler gün gelecek bir ömür “başı eğik…” yaşamaya mahkûm olacaklardır.
Ya açlıktan ölmek,
Ya vurularak ölmek,
Ya da savaşarak ölmek
tercihlerinden birini seçmeye zorlayıp mazluma, hayatı bu şekilde tanımlayanlar var ya…
Yaşamlarına kast edenleri değil de savaşarak ölmelerine bile laf edenler sadece “….gafiller” diye dile getirilmeyecektir. Bilakis bu kişiler “kalpleri gâvurdan yana olanlar” diye kayıt altına alınacaklardır.
Sözün özü:
Gün; yıkılanların yapılması, kirletilenlerin yıkanması, alıkonulanların geri verilmesi zamanıdır.
Gün; zifiri karanlıkta uyanık olma zamanıdır.
Gün; kalplerde olanla yüzleşme zamanıdır.
Gün; lafı eğip bükmeden hakikati dile getirme zamanıdır.
Selam olsun, mazluma, mağdura, mahzuna gününden gün katanlara.
Selam olsun nice mağlup zannedilenlerin aslında galip olduklarının bilincinde olanlara.
Selam olsun, bütün ömrünü son nefesi için yaşayanlara…