“Tarihi yazan, yapana sadık kalmazsa; sonuç insanlığı şaşırtacak bir hâl alır.” diyor Cumhuriyetimizin banisi Mustafa Kemal ATATÜRK.
Pozitif bir bilim dalı olmadığı için tarih, çoğu kez insanların akıllarında soru işaretleri bırakan olaylara gebedir. Hele ki râvi yani aktaran, menfi ya da müspet duygu ve düşüncelerini işin içine katmışsa vay o tarihi yapanların haline!
KADİM BİR UYGARLIK
Türk medeniyeti, birçok ütopik projenin üstesinden gelmeyi başarmış bir serüvenin içinden geçerek bugünlere kadar ulaştı. Bugün, tarih boyunca geçtiğimiz yolların tozundan dahi etkilenmiş olduğumuz gerçeği yadsınamaz. Lakin her bir çakıl taşına da medeniyetimizin imzasını bıraktığımızı kimse inkâr etmemeli.
Bu yolculukta nice cendereleri geride bırakmış olmakla birlikte nice parıltılı dönemi de yaşadığı olmuştur bu kadim medeniyetin. Üstüne üstlük yeryüzünde hangi uygarlık olursa olsun tarihinden Türkleri çıkardığınızda bir ayağı aksak olacaktır.
YEK PARE BİR TARİH
Bugün, tarihi çevrelerde, İngilizlerin efsanesi olan Kral Arthur’un Antik Roma’ya asilik gösterdikten sonra önce Galya, ardından da Britanya’ya sürgün edilmiş, Yazığ kabilesinden gelen ve asıl adı “Er Dur” olan bir Türk olduğu tartışılmaktadır. Daha eskiye gidelim: Latin Roma’nın kurucu unsuru olan İlk Çağ Roma Şehir Devleti’nin topraklarında, evvelinde Asya-Anadolu hattını kullanarak deniz yoluyla buraya yerleşmiş olan “Etrüsk” kabilesinin olduğu ve Latin Abecesinin temelinin Etrüsk Abecesi olduğu tarihi vesikalardan anlaşılmıştır. Etrüskler kıtlık nedeniyle Asya’dan göç etmiş bir Türk kavmidir.
Yüzyıllardır bulunduğumuz toprakları yurt edinmiş olan biz Batı Türkleri, bahsettiğimiz soydaşlarımız gibi uzun yolculuklar sonucunda buralara yerleştik. Bu yolculuklar esnasında elbette birçok farklı kültürden etkilendik ve birçok farklı kültürü etkiledik. Ancak kimliğimizi hiçbir zaman kaybetmedik.
1040 Dandanakan Savaşı’nda Selçuk Beğ, Gazne hükümdarına karşı ihtilal başlattığında Batı Türkleri, kurulacak devletin bugün Anadolu’ya uzanıp yer tutacağını belki bilmiyordu. Devamında Anadolu’ya yerleşen Kayıların Beğ’i Osman, mührü Selçuklu Sultanı’ndan alıp Anadolu’da teşkilatlandığında bir çınar gibi Anadolu’ya kök salacağını belki bilmiyordu. Ve son noktada bir Osmanlı subayı olan Atatürk, esaret altında yaşayamayacak olan Türklerin önderi olarak kurtuluş mücadelesinin fitilini ateşlediğinde bu kadim uygarlığın bugün 980 yaşına ulaşacağını belki hayal etmiyordu.
Saydığımız tüm karakterler; batıya göç etmiş, coğrafi ve siyasi nedenlerle Anadolu’ya yerleşmiş Türklerin kurduğu tek devletin hükümdarlarıdır. Nasıl ki İngiliz Devleti’ni tarihin birçok farklı devrinde birçok farklı hanedan yönetmişse ve İngilizler bunların hiçbirine “yeni bir devlet kurulmuştur.” deyip tarihini bölmemişse, Batı Türkleri de Selçuklu’dan başlamak üzere Türkiye Cumhuriyeti’yle devam eden, sadece yönetici erki değişime uğramış tek bir devlettir.
Bu devlet bugün 980 yaşına ulaşmış ulu bir çınardır. Birçok devirde tarihe yön vermiştir. Birçok nev’i şahsına münhasır devlet adamı yetiştirmiştir. Bu çizgiyi parçalara ayırıp Selçuklu Devleti, Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti demek, üzerinde yaşadığımız ve oluk oluk kanla beslenmiş bu topraklara ihanetten başka bir şey değildir! Tarihin, genç dimağlara aktarılması ancak bu yolla gerçekleşirse özgüven sağlanabilecektir. Aksi halde tarihle hesaplaşma, bu ülkede hiç bitmeyecek gibi görünüyor…