Hukukçu değilim ama yaşadığımız memlekette olup biteni bilecek kadar dağarcığımızda bir şeyler var.
Seçim tarihi yaklaşınca sahneler şenlenmeye başladı. Ergün bir lider konuşuyor. Millet doğru yanlış konuşana değil de nabza göre şerbet verene daha çok inanıyor veya inanmış gözüküyor.
İyi hatırlayın Cumhurbaşkanını halk seçsin ve seçilirse millet uçacak diyenler çok umutluydu veya belki de lider korkusundan öyle gözüküyorlardı.
Sistemin getirdiği tek adam ekonomik yönden milleti çok darlatıyor. Doğalgaz, Elektrik, Benzin Mazot, Mutfak Tüpü, Şeker, Yağ fiyatlarının uçması sistemin söyledikleriyle çok çelişiyor. Doğruluk payı var mı yorum sizlere.
50+1’e gelince Rize Barosu eski Başkanlarından değerli dostumuz kıdemli Avukat Ateş Hatinoğlu’nun ibret alınacak yazısı deyim yerindeyse kitabın ortasını anlatıyor. Av.Ateş beyden izin almadan bu güzel yazısından alındı yapmak istiyorum.
‘’Efendim neymiş bu sistem 15 Temmuz’dan sonra hızlı karar almak için gerekliymiş, ama artık düzeltilmesi gerekiyormuş, hepsi referandum sürecinde bu sistemin sakıncalarını dile getirmişler , 51’in anketlere bakıp değil yanlış olduğu için değişmesi gerektiği vs.vs. Ben o dönemde hiç birinin ağzından en ufak bir eleştiri duymadım. Zaten bu yalancı soytarılarda doğru bildiklerini söyleyebilecek yürekte yok.
Hele CNN Türk’te Faruk Aksoy adında ilk kez gördüğüm sözde bir gazeteci vardı ki evlere şenlik. Masum Türker kendisine “hani koalisyon olmayacaktı” deyince verdiği cevap inanılmaz bir cehalet örneğiydi ; “parlamenter sistem neydi öyle zırt pırt gensoru, soruşturma önergesi”. Adam Demokratik Hukuk Devletinin en önemli kurumu olan Yasamanın Yürütmenin faaliyetlerini denetlemesini bile garipsiyor.
Bu adam gibi Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemini savunanlar asla bir rejim sorununu çözmek gayesi taşımadılar. Kuvvetler ayrılığını, yargı bağımsızlığını ve hukukun üstünlüğünü tanımayanların gayesi denetlenmeyen, hesap vermeyen, mutlak ve sınırsız bir iktidar gücüydü.
Ki bu sisteme geçinceye kadar 25 - 30 , 40 oylarla tek başına devlete hakim olan ve tüm devlet kurumlarına nüfuz edip, basını, tüm sivil toplum örgütlerini ve üniversiteleri yandaş hale getiren bir iktidarın istikrar için başkanlık sistemi istemesi saçmalıktı zaten. Hele bir günde el kaldırıp indirterek 30 - 40 kanun değiştiren, torba kanun ve kanun hükmünde kararnamelerle ülke yöneten, kolayca zırt pırt anayasa değişikliği yapan, pek çok önemli kararı kamuoyunu önemsemeden oldubitti ile alan bir iktidarın hızlı karar almak ve vesayetten kurtulmak için başkanlık sistemi iddiası samimi değildi.
51 Doğru bir sistem değil
Geldiğimiz süreçte 51 bence de doğru bir sistem değil. Her şeyden önce 49’u yok saymayı kışkırtan büyük bir güç. Bir taraftan da 0,1 oyun bile lazım olduğu ve bu yüzden liderlerin ; “aman şunu gücendirmeyelim” , “aman böyle yaparsak aramız bozulur” , “aman bunu dersek kızdırırız” diye adeta dansöze döndüğü, partilerin ve liderlerin gerçek siyasi kimliklerini gizlemek ve değişik maskeler takıp, garip şekillere bürünmek zorunda oldukları bir garabet.
Başkanlık sisteminde ki seçim oranını Parlamenter sistemde ki oranla karşılaştırmak ise saçmalığın daniskası. 30 veya 40’la bu sistemde ve bu yetkilere sahip bir başkan seçmek açıkça diktatörlük isteğidir. Temsilde adaleti ve yürütmenin meşruiyetini tanımamaktır.
Bu gün sorun parlamentonun tamamen deforme edilmesidir. Tamamen yürütmeye bağımlı ve göstermelik yasama meclisidir. Sözde halk iradesine ve temsile dayalı meclisin liderler tarafından atanmış olmasıdır. Siyasi partilerde ki anti demokratik delege sistemidir. Seçim kanunudur. Yargı bağımsızlığının yok edilmesi ve hukukun üstünlüğünün tanınmamasıdır.
Sorunumuz iktidarların Anayasaya bağlılık, hukuk devleti kavramlarını anlamamalarıdır. Anayasal devleti ve hukuk devletini kendi keyiflerine göre dizayn etmek istemeleridir. Kendilerine oy vermeyen azınlığın hakkını, hukukunu tanımamalarıdır. Sandığı demokrasinin tek argümanı görmeleri, hukukun üstünlüğünü, yargının bağımsızlığını tanımamaları, kanun önünde eşitliği kabul etmemeleri, yargı tarafından denetlenmek ve hesap vermek istememeleridir.
Anayasa; devlet organlarının, yasamanın, yürütmenin ve yargının hukuki meşruluğunu ve hukuki sınırlarını belirler. Hukuk devleti; bu anayasal sınırların aşılması ihtimaline karşı Anayasa Mahkemesi, Danıştay gibi kurumlarla koruyucu yargısal mekanizmalarla bir nevi bekçilik yapar ve anayasal yetki sınırlarının aşılmamasını denetler. Bu gün böyle bir denetimin varlığından söz edebiliriyiz?
Ne yapılırsa yapılsın Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi denen bu saçmalığın revize edilmesi olanaksızdır. Bu sisteme karşı çıkanların endişelerinin ve öngörülerinin tamamı ne yazık ki gerçekleşmiştir.
Her gün yeni bir olay, her gün yeni bir gerilimle toplumsal huzursuzluk, kaos ve bölünme had safhaya çıktı. Cumhuriyetin anayasal kurumları işlemez ve devlet yönetilemez bir hale gelmiştir. En vahimi ve kötüsü; muhalefet partileri HDP ve FETÖ tarafından rehin alınmıştır.
Büyük hukukçu ve düşünür Tocqueville'nin sözleriyle endişe duyulması gereken şudur: "... en beteri, özgürlükçü ve kendi kendini yöneten düzen arayışı içindeki toplumların hiç de istemedikleri halde, despot düzenle karşılaşmalarıdır..."