Geçen gün EKYS ( Milli Eğitim Yönetici Seçme Sınavı)’de iyi puan alan bir arkadaş beni aradı. Ceyhun, bu işler gerçekten senin söylediğin gibi dönüyormuş, dedi. Yaşadığı bir olayı anlattı. Sınavdan sonsa sendikasından bir yetkiliyi bilgi almak amacıyla aramış. Görüştüğü yetkili kendisinden torpil isteneceğini düşünerek, daha ne söyleyeceğini dinlemeden, “Bu işler öyle senin bildiğin gibi dönmüyor artık. Bakan Ziya Selçuk döneminde sistem değişti, artık yazılı sınavda ne alınıyorsan onu vermek zorundayız.” diyerek maharetlerini anlatmaya devam etti: “Önceki bakan döneminde kendi üyelerimize bastık 95’i 100’ü… Ama artık sistem değişti. Elimiz kolumuz bağlandı, artık yapamıyoruz, böyle iş mi olur?”
Oysa bizim arkadaş torpil istemek için değil de, fikir almak için, atama sürecini öğrenmek için aramıştı. Demek ki idarecilikle ilgili her arayan torpil amaçlı aradığı için, otomatiğe bağlanan yetkili dinlemeden cevap vermiş. Aslında adam kayırmalar yine oluyor da, en azından araya farklı sendikalardan giren idareciler de oldu. Fakat bunu bile hazmetmekte zorlanıyorlar.
Çok sinirlenen arkadaş anlatmaya devam ediyor: “ Bize gelince dava! diyorlar. Bu kutsal bir davadır, bu yolda yürümek bizim için kutsal bir görevdir diyorlar, ama kendileri aralarında helekeyi kurmuşlar. Sen oraya, ben buraya, arkadaş şuraya… diye merkezi yerleri parsellemişler. Bize de, kırk dereden su içiriyorlar; yok öyle değil, böyle değil… Baştan savmak için bir sürü saçmalık.”
Arkadaş bunları anlatırken, inanan insanın hayal kırıklığını görüyorum ve elimde olmadan gülüyorum. Bütün bu yapılanlar oldukça trajikomik çünkü. Şimdi sendikalarla ilgili polemiğe girmeden bir iki tespitimi paylaşmak istiyorum. Sendikaların yanlışları, doğruları bir tarafa dikkatimi çeken başka bir konu var.
Doğru söyleyeni dokuz köyden kovamazlar; ama hukuk dışına çıkanlar, korkarım ki onuncu köye de yer bulamazlar.