Demokrasi; Yunanca “demokratia” sözcüğünden türemiş ve Türkçeye, Fransızca “democratie” sözcüğünden geçmiştir. Aristo‟ya göre vatandaş devletlerdeki egemen güçtür, çoğunluğun anayasal yönetiminden demokrasi oluşur. Aynı Aristo, demokrasi’yi kötü yönetim biçimlerinden biri olarak adlandırır ve halkın yönetiminin mümkün olmadığını, bu yönetim biçiminde mutlaka oligarkların yani belli bir sınıfın çıkarlarının yönetimde asıl güç sahibi olduğunu ifade eder. Ona göre Cumhuriyet, demokrasiye göre daha ılımlı ve iyi yönetim biçimlerinden biridir.
Burada idaeal demokrasi ve tatbiki demokrasi söz konusu oluyor. İdeal demokrasi Antik Yunan’dan başlayarak oluşturulmak istenen ancak belli dönemlerde Roma Cumhuriyeti de dahil olmak üzere idealin dışına çıkarak belli bir sınıfın yahut bir tiranın güdümünde işleyen kurumlara dönüşmektedir. Bunun sebebi yönetim biçiminden ziyade insanın tabiatından kaynaklanmaktadır.
MÜKEMMELE GİDECEKKEN KÖTÜYE EVRİLMEK
Tarih “iyi” nin mükemmele ulaşmak üzereyken “kötü” ye evrildiği örneklerle doludur. Roma Cumhuriyeti modern demokrasilerin atası kabul edilir. Antik Yunan’ın aksine bir bürokrasi sınıfı oluşturan Roma’da Jül Sezar bu bürokrasi sınıfı içerisinde şahsi çıkarlarını gözeterek güçlenmiş ve nihayetinde devletin tek sahibi konumuna yükselmiştir.
Modern çağın ulusal devletlerini oluşturan Fransız İhtilali ise Roma’dakinin aksine halkın kendiliğinden yönetimde söz sahibi olma fikrinden ortaya çıkmış ve nihayetinde başarıya ulaşmış bir tarihi olgu olarak karşımızdadır. Gel gelelim Fransız İhtilali’nden çok değil tam 15 yıl sonra ihtilale kaynaklık eden fikirlerden beslenen ve yılmaz bir savunucu olduğunu ifade eden Napolyon Bonaparte, yine Cumhuriyeti korumak adına (!) kendini Fransa’nın mutlak imparatoru ilan etmiştir.
Aynı Fransa’da Napolyon’un tiranlığına son vermek için geniş yetkilerle donatılan Direktuvar Maximillien Robespierre, sükuneti sağladıktan 3 yıl sonra tiranlığını ilan etmiştir.
1215 yılında “cebren” kabul ettirilen Magna Carta Libertatum, Avrupa’da hatta dünyada yetki devrinin ilk örneklerinden biri olmasına ve İngilizlerin tarih boyu bununla övünmesine vesile olmasına rağmen aynı coğrafyada 1625’te rica üzerine kanlı bıçaklı oldukları İskoçya’dan ithal ettikleri kral I.James, parlamentoyu kapatarak şahsi istibdat rejimini devreye sokmuştur.
Saymakla bitiremeyeceğimiz daha nice örnekler “demos” un yani çoğunluğun yönetimde söz sahibi olmasının mükemmele ulaşacakken her seferinde bozulan sistemleri acı bir şekilde gözler önüne sermektedir. İşte tam da burada meşhur sofist Platon’un demokrasi hakkında söyledikleri ortaya çıkmaktadır: “Demokrasi kendi kendini yok eden bir paradokstur.”
GERÇEK İYİ
Özünde saf ve doğrunun timsali olan “insan” toplumsal hayata geçişle birlikte aslında kötüleşmiştir. Alfred Adler’in deyişiyle “İnsan kendini olduğu gibi karşısında görebilseydi dehşete kapılırdı!” Bu kötülük insana ve insanın nüfuz ettiği tüm alanlara sirayet etmiştir. Dolayısıyla insan elinden oluşan hiçbir yönetim biçimi onun şahsi çıkarlarına alet olmaktan öteye gitmeyecektir. Topyekün bir insanlığın faydasını güdecek hiçbir ideoloji bizzat insanın kendi ürünü olamaz. Çünkü insan özünde “iyi” olmasına rağmen birlikte yaşamaya başladığı andan itibaren bu iyilik her seferinde yerini menfaate bırakacaktır. İşte bu paradoks da dünyada var olmamızın asıl sebebi.
Bugün insanlığı daha iyi bir noktaya ulaştırmak için gösterilen çabaların hepsi beyhudedir. Gücü eline geçirdiği anda her insan “iyi” nin her zaman kendinden taraf olmasını isteyecektir. O nedenle zahiri alemde “iyi” yi aramak tatlı bir heves olmaktan öteye asla gitmeyecektir. Batıni alemde gerçek “iyi” den bahsedilebilir. Onun da bir hayalden ibaret olup olmadığını henüz bilmiyoruz…