Ankara başkent malumunuz. Başkent olması hasebiyle siyasetin, bürokrasinin de merkezi. Demokrasinin olmazsa olmazı siyasi partilerin, sendikaların, odaların, STK’ların Genel Merkezlerinin, üst düzey yönetimlerinin bulunduğu şehir, idarenin merkezi.
Resmi bir işi olup da Ankara’ya yolu düşmeyen neredeyse yoktur. Bu yönüyle kravatlı, takım elbiseli, (özellikle de lacivert) insanlar başka hiç bir şehirde olmadığı kadar çoktur.
Ankara’nın bu resmi havası, sokaklarında dolaşanların yüzüne de yansır. Farklı bir gözle bakıldığında Kızılay’da dolaşanlarla, Eminönü’nde, Sultanahmet’te, ya da Anadolu’nun herhangi bir ilinde dolaşanların ruh hallerinin de farklı olduğu hissedilir.
İstanbul’dan Ankara’ya gelenler, “Bizans oyunlarının”, “Ankara’nın ayak oyunları” yanında hafif kaldığını görürler. Siyasetin doğasından mı, makamların efsunundan mı yoksa kişilerin şahsi ihtiraslarından mı bilinmez.
Ankara bürokratik bir şehir, memur şehri diye de adlandırılır. İstanbul ticaretin, sanatın, kültürün Başkenti. İstanbul üretimin, kazanmanın, kazandırmanın, katma değer üretiminin merkezi. Kendi işiyle meşgul, dünyaya açık, atalete kapalı bir şehir.
Ankara, atanmayla irtifa kazanmanın merkezi, öyle ki, “İşleri olmasa da, ilişkileri iyi yönetebildiğiniz sürece, hiçbir şey üretmeseniz de yükselebilir, kazanabilirsiniz.
Atama demek, bir anlamda yeni özlük hakları demek, çalışırken alacağınız ücretin artmasının yanında emekli olduğunuzda da yüksek maaş demek. Bundan dolayı da birçok “Ankaralı” bir üst göreve atanmak için kapı kapı dolaşır.
Örneğin daire başkanlığına atanırsınız, ücretiniz ikiye katlanır. Bunun için ekstra bir eğitim almanıza, sınava girmenize, yeni vasıflar kazanmanıza gerek yoktur. Size sahip çıkacak dostlarınızın isminizi belirli makamlara iletmesi, ricada bulunması yeterlidir.
Kariyer mesleklerde ilerlemenin, yükselmenin bazı şartları vardır. Dil öğrenirsiniz, dersler alırsınız, tez hazırlarsınız, sınava girer başarılı olursanız yükselirsiniz.
Örneğin doktora sahibi olabilmeniz için, lisans eğitiminden sonra sınava girip yüksek lisans yapmanız, daha sonra dil sınavını geçip, belli akademik çalışmalar sonucunda tezinizi hazırlayıp Akademik jüriden olumlu not almanız gerekir.
Atamada ise bir kararla yüksek mevkilere gelebilir, diğer bir kararla da, eski konumunuzun altında bir göreve indirilmeniz mümkündür.
Peki bunun terslik, tuhaflık neresinde diyebilirsiniz, izah etmeye çalışayım.
Ortaokulda kompozisyon ve münazara konusu yaptığımız “Zirvelerde kartallar da bulunur, yılanlar da ancak, birisi oraya süzülerek, diğeri ise sürünerek gelmiştir.
Önemli olan nereye gelmiş olduğunuzdan çok, nereden ve nasıl geldiğinizdir” sözü misali atamayla gelmek, (bazı istisnaları saymazsak) genellikle “uçarak” gelmek anlamına gelir, yani süzülerek. “Onun kanadı var, Allah öyle yaratmış diyebilirsiniz”.
Tabiri caizse bir yolunu bulup kendisini bir makama taşımış insanların birçoğu atandıktan sonra o makamı fazlasıyla hak ettiğini, hakkı olduğunu düşünür.
Kendisini o makama uygun bulur, çok şey kattığını düşünür. (Şüphesiz makamlara çok şey katanlar elbette ki vardır.) Odasına girenlerin gösterdiği ilgiyi, saygıyı, makama değil de kendisine yapıldığını zanneder, “Ben galiba büyük adam olmuşum” diye de içinden geçirir.
Ankara sokakları, atandığında sesi çıkmayan, görevden alındığında ötede beride muhalefet yapan, eleştiren, yeren insanlarla doludur. Siyasette de örneklerini çokça görürsünüz. Nadiren de olsa sesini çıkarmayan, daha önce kendisini bir yerlere taşıyan iradeye saygı Duyan, uğradığı haksızlığı içine atan gerçek dava adamı, vefalı insanlara da rastlarsınız.
2007 Genel Seçimlerinde seçilmiş olduğum görevden istifa ederek, Ankara’dan milletvekili adaylığı için müracaat etmiştim. Ak Parti Genel Merkezinde ismimin konuşulduğunu söyleyenler olmuştu, listeler YSK ya teslim edilip açıklandığında, aday listesinde olmadığımızı gördük.
Şöyle bir kenara çekilip düşündüm. “Şimdi beni seçilecek yerden listeye koysalardı, bunlardan daha iyi, daha güzel insan olamazdı, listede yer alamayınca aynı liderin kötü biri olduğunu nasıl düşünebilirdim, olmaz böyle şey” deyip, durumu kabullendim, küsmedim, kopmadım, seçim sürecinde gücüm nispetinde çalıştım. Hatta adaylık müracaatının çok önemli bir şey olmadığını, herkesin müracaat edebileceğini düşünüp, hafife bile aldım. Aday adayı oldum yaygarası yapıp bir şey de talep etmedim.
Sonradan gördük ki, adaylık müracaatında bulunarak kendilerini bir yerlere taşımaya çalışanların, hatta taşıyanların sayısı da az değilmiş. “Listeye koyarsa çok iyi, koymazsa, ondan kötüsü yok.” “Bir makama atarsa çok iyi, atamazsa ya da, atayıp belli bir süre sonra görevden alırsa çok kötü”. Biz böyle düşünmedik, düşünemeyiz, düşünenlerden de olamayız.
Saf değiştirmenin şahsi menfaatlerle değil, dava şuuruyla olabileceğine inananlardanız. Fıtratımız diğer düşüncelere uygun değil. Son zamanlarda belli başlı kişilerden de duyduğumuz, “Eleştireceksin, muhalefet edeceksin, yaygara koparacaksın, ancak o zaman görev verirler” sözleri içimizi kanatmaya devam ediyor, öyle anlaşılıyor ki, böyle de devam edecek . Varsın etsin gelmediğimiz, getirilmediğimiz makamların sorumluluğu bize ait değildir. “Onlar şerrinden emin oldukları dostlarını kendilerinden uzak tuttular. Dostluklarından emin oldukları için… Düşmanlarını kazanmak için kendilerine yakın tuttular. Yakın tuttukları düşmanları dost olmadı; ancak uzak tuttukları dostları düşman oldu. Herkes düşman safında toplanınca yıkılmaları mukadder oldu.”(E.M.H)
Dilerim böyle olmaz.