“Bakın bir yoldan geliyoruz. Şimdi bir yola daha gideceğiz. Hiçbirimizin garantisi yok. Şurada ayakta duranın da oturanın da garantisi yok. Ruh bir saniyeliktir. Bir bakmışsın ki gitti. Bunun da nasıl geleceği, nerde geleceği, ne şekilde yakalayacağı belli değil. Bir saniyenize bile hâkim değilsiniz. Bir saniyesine bile hâkim olamadığınız, hükmedemediğiniz bir hayat için, bir dünya için bu kadar fırıldak olmanın anlamı yoktur. Düz yaşayacağız, düz duracağız, düz yürüyeceğiz. Dik duracağız, yolumuzu bileceğiz. Allah’ın izniyle hep böyle gittim, bundan sonra da böyle gideceğim.”
Rahmetli Muhsin Başkan’ın, başucumuzda bir baloncuk gibi durması gereken, şehadetinden saatler evvel dillendirdiği şu sözleri var ya… Aaahh ahh! Aslında fazla söze hacet bırakmıyor.
Her birimiz biliyoruz. Biliyoruz ama her nedense fırıldaklıktan vazgeçmiyoruz. Dünyayı, hayatı tek bizim hakkımızmış gibi yaşıyoruz. Ve bunu yaparken eze eze yapıyoruz. Kimi benim de hakkım var derken aynı refleksi gösteriyor. Yaşamak için kan renkli, barut kokulu yollara cansiperane dalıyor. Kimi egemen koltuklarında ellerindeki kumandalardan oyun oynar gibi insancıklar olarak gördüğü canları infilak ettirip kendisini tatmin ediyor ve dahası bundan keyif alıyor.
Kıyametin kopmasını Allah’tan bekliyoruz ama biz insancıklar durmaksızın kıyametler kopartıyoruz. Kimi insancıklar ne garip tir ki cennet aradığını iddia ederken cehennem çukurları oluşturuyorlar. Ben, benim, hep benim diyen doyumsuz insancıklar dünyayı parsel parsel çevirmişler de açın elindeki ekmeğine dahi tahammül edemiyorlar. Sorsan kendilerinin dışındakiler barbar yahut terörist, kendileri ise entelektüel hümanist ve barış elçileridirler. Gelin görün ki kan ve gözyaşını aş eylemişler. Onlara ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiğinde, ‘Biz ancak ıslah edicileriz’ derler. Şunu bilin ki onlar bozguncuların ta kendileridir, lakin anlamak istemezler. (Bakara, 2/11,12.)
Saatsiz Zamanlar adlı romanımın kahramanlarından Erdem Yakut bir cuma günü köy camisindeki sohbetinde caminin pencereden gördüğü araziyi işaret ederek: “Kim bilir şuradaki arazi için kaç kardeş, kardeşini düşman bellemiştir. Nice kalpler tarumar edilmiştir. Birini güldürürken ötekini ağlatmıştır. Şimdi bu arazi masum şekilde yine burada durmaktadır. Fakat o gülenler ağlayanlardan hiçbiri ortada yok. Neyin kavgasını veriyoruz. Şu hayatta insan olmak çok mu zor? Birlikte yaşamanın gerektirdiği insanlık nerde?” demişti. Hakikaten biz ne yapıyoruz? Daha güze bir dünya hayali kurarken kendi hayatlarımızı da dünyamızı da insanımızı da insanlığımızı da mahvetme gayretinde olduğumuzu ne zaman anlayacağız?
Bütün bunları söylerken inancımızın bize verdiği dengeyi de iyi bellemeliyiz. Zulme uğradığımızda, namusumuza, kutsalımıza saldırıldığında sessiz mi kalacağız? Hakkımızı gasp etmeye cüret edenlere teslim mi olacağız? Hayır elbette… İnancımız diyor ki: “Size savaşanlara karşı “Allah yolunda” siz de savaşın. Lakin aşırı gitmeyin.” (Bakara/190) Bu önemli bir düsturdur. Hak ve adaletin duruşudur. Zalimlerin cesaret damarlarına müthiş bir darbedir. Bunun için güçlü olmak, teyakkuzda olmak da bir vazifedir.
Fakat bir Müslüman asla zalim olamaz. Yeryüzünde fitne çıkartan olamaz. Hak diliyle Hakk’ın razı olmayacağı işlerin tarafı olamaz. Habil’den yanayım deyip Kabil ruhlu vazifenin mümessili olamaz.
Evet dünya saadet diyarı değildir. Ama insan olan, ben insanım diyen, ben elinden ve dilinden emin olunan bir Müminim diyen dünyayı güzelleştirmekle mükelleftir. Oğlum dört yaşındayken elimdeki çöpü kutuya tutturamadığım halde yürümeme devam ettiğimde bana: “Baba, sen dünyayı kirlettin” dediğinde beynimi zonklattı. Bir avuç çöpün dünyayı kirletebileceği düşüncesi çocuk beyninin kıvrımlarında bulunabiliyor da biz koca koca adamlar… Neyse.
Hasılı; eğer daha güzel bir dünya istiyorsak yapmamız gereken en öncelikli vazife iyinin, doğrunun ve güzelin temsilcisi olmak zorundayız. Kendimizden olanı ötekileştirmeden müşterek noktalarımızı kuvvetlendirerek tam bir kenetlenme içerisinde olmalıyız. Adil bir dünya için adil olanların güçlü olması lazım, bunun için çok çalışmalıyız. Her birimiz kendi daireciklerimizle ötekine berikine bakmadan, nemelazım demeden, dünyayı kirleten her neye şahit oluyorsak elimizle düzelterek, olmadı dilimizle düzelterek, olmadı ona karşı tavır alarak harekete geçmeliyiz.
Belki bütün Dünya’yı güzelleştirmek mümkün olmaz ama belki kendi dünyamızı güzelleştirebiliriz. Bir çiçekle bahar gelmeyebilir evet, lakin tohum gibi çoğalırsak bir bakarsınız ki dünya güzelleşmiş olur.
Ramazan ayının dünyaya ve insanlığa güzellikler getirmesi dileklerimle…