Uluslarası politikalar ideolojik ilkelere dayandırıldığında zaman zaman ülke menfaatlerine ters gelecek şeyler söz konusu olur. Zira, ülkeler ilişkilerde öncelikli olarak ülke menfaatlerini öne çıkarırlar.
Gelişmiş ülkelerde menfaatler yerleşik kurumsal ilişkilerle ve yüksek diplomasiyle korunduğu için kazanan tarafın kendi menfaatine uygun şekildeki kurgusu, kaybeden taraf açısından ancak zamanla anlaşılır.
Ülkeler arası ilişkilerde esas olan ise “kazan-kazan”dır. Her ülke menfaati için bu dengeyi korumaya çalışır. Durum böyle olunca kararlarda ani dönüşümler, zik zaklar ortaya çıkar.
Bu tür zik zakları diplomasisinin temeline oturtan en belirgin ülke İsrail’dir.
İsrail, menfaatine uygun neyse anında ona döner, bir önceki kararıyla ters düşmesi kendi kamuoyunu da zerre rahatsız etmez.
İsrail’in büyük devleti denilen ABD politikalarında da günlük çıkarlar belirleyicidir. Bu konuda kendilerine yönelen eleştirilere aldırış etmezler ve ülke menfaatleri neyi gerektiriyorsa o yolu takip ederler. Bunun en bariz örneği Rusya-Ukrayna kriziyle birlikte ABD’nin petrol-doğalgaz alma adına daha önce sıkı ambargolar uyguladığı İran ve Venezuela ile pazarlık masasına oturmuş olmasıdır.
Avrupa da bu konuda ABD’den pek geri kalmaz. Ambargo uygulanan ülkelerle olan gizli ilişkilerinin ortaya çıkması da Avrupa’nın iki yüzlülüğünü gözler önüne sermiştir.
Türkiye, doğru olanı yapma ve ilkeli olma adına zaman zaman bazı menfaatlerinden vazgeçmiş bir ülke.
Farklı siyasi görüşlerin iktidarlarında dahi Türkiye her daim insani ilişkilere önem vermiş, bu konuda bazı kayıpları da göze almıştır.
Akparti iktidarı ise işi daha da ileri götürmüş, insani ve islami duyarlılığı ilişkilerinin merkezine oturtmuştur.
Libya’da olduğu gibi önemli çıkar dayatmalarının çaresizliğinden kimi politik kararlar ani olarak değişse de Filistin konusu, İran -İsrail-ABD gerginliği gibi konularda iktidar, ilkeli davranışını sürdürmüştür. Türkiye’nin yakın dönemlerde Rusya ve Ukrayna ile aynı anda iyi ilişkiler geliştirmesi ise savaş halindeki bu ülkeler ve dünya nezdinde itibarını yükseltmiştir.
Erdoğan iktidarının arada en sert çizgilerle çizdiği Mısır ve Suriye iktidarı karşısındaki tavizsiz ilkeli duruşu ise iç politikada çeşitli itirazlara yol açmış, buna rağmen bu konuda şu ana kadar ciddi bir politika değişikliğine gidilmemiştir
Darbeci Sisi’nin ve halkına bombalar yağdıran zalim Esed’in politikaları karşısında Türkiye’nin tavizsiz muhalif duruşu Erdoğan cephesinde dahi çatlak sesler çıkmısına yol açmış, geniş çevreler insani yaklaşım yerine ülke menfaatlerine uygun olan politikalara dönülmesi istenmiştir.
Kanaatime göre; Erdoğan iktidarının bu yöndeki bazı tercihleri ideolojik olarak görülse de, esasen tercihleri politiktir.
Türkiye, gerilimlerin artması ve devamına dayalı olarak savunma sanayini geliştirmiştir. Eğer, bölge bir barış havzası olsaydı
Türkiye’nin savunma ihtiyacını bu derece öne çıkarması ve ihtiyaçlarını temin etmeyi gerçekleştirmesi bu derece mümkün değildi.
Bölgenin içinde bulunduğu kaotik ortam Türkiye’nin hedefine ulaşmasına imkân oluşturmuştur.
Şimdilerde; savunma sanayinde hedeflere ulaşmış olmanın rahatlığı içerisinde tıpkı Batı’nın yaptığı gibi “çıkar politikalarının öne çıkarılması” önemsenir hale gelmiştir.
Türkiye’nin İsrail’le, Suud’la, Mısır’la, Suriye ile vb. geliştirmeye başladığı yeni ilişkiler bu doğrultuda değerlendirilmelidir.
Türkiye zor bir coğrafyada, oldukça zor şartların içinden geçmektedir. O nedenle ince diplomasiyle bir adım öteye sıçrama hesabıyla atılan yeni diplomatik atakları ülke menfaatleri adına adına atılmış adımlar olarak görmek gerekmektedir.